Thursday 8 October 2009

Rock Starlar İş Başında!





1980'ler hard rock ve hard'n heavy dünyasının tam ortasında büyüyüp de 1990'lı yıllarda rock barlarda Bon Jovi'nin şarkılarıyla dağılıp giden bir jenerasyon olarak bu habere en çok 30'lu yaşlarını yaşayanlar sevinecek: Bon Jovi, artık popçu çocuk imajından eski haline dönüyor ve beraberinde eski dostları da taşıyor. Bol gitarlı, bomba gibi nakaratlarla bezenmiş yeni Bon Jovi albümünü dinlemeye hazırız 


Daha 1991 yılı olmamıştı ve grunge devriminin gerçekleşmesine az kalmıştı. İlkokuldan ortaokula geçtiğimiz yıllardaki kimlik arayışımıza kattığımız müzikle tanışmamız için Iron Maiden, Skid Row, AC/DC, White Lion gibi grupların orijinal kasetlerine ulaşmamız gerekiyordu. Ama metalciler ve acidçiler şeklinde ayrılmış zamanının müzik dinleyen güruhunun içindeki küçük grupları keşfetmemiz de geç olmamıştı. Metalciler grubunun içinde yer alan alt kümelerden biri de rock'çılardı Kadıköy civarlarında. Metal ve türevlerinden çok, akrobatik gitaristlerin yer aldığı ve gitar sololarının ön planda olduğu grupları dinleyen, uzun saçlı, beyaz Reebok Pump ayakkabılı ve deri ceketli bu güruh, benim de dinlemekten zevk aldığım müzikleri dinliyor, aralarında bitmek tükenmek bilmeyen gitar ve gitarist sohbetlerinden bir türlü vazgeçmiyorlardı. Hard'n Heavy sözünü de ilk o sırada duymuş, bu afilli delikanlılardan birinin elime kendi kasetçalarında benim için çoğalttığı 60'lık kasedi tutuşturup “Bu gitaristi iyi dinle, bu grup Amerika'da patlamalar yapıyor” demesiyle Slippery When Wet albümüyle de tanışmıştım.  You Give Love a Bad Name, Livin' on a Prayer ve Wanted Dead or Alive gibi mega hitler, kısa sürede ezbere alınmış, Bon Jovi de elden geldikçe takip edilmeya başlanmıştı. Yıllar geçti ve 1992 yılında Keep The Fatih albümü ile biraz yumuşasa da Bon Jovi sevgimiz bir türlü bitemedi. Ama sanki son yaptıkları country ve pop kokan işlere pek ısınamamıştık. Özellikle 1990'ların ikinci yarısı ile başlayan Bon Jovi albümleri gerçek hayranları için eskilerin yerini tutmaktan uzaktı. Şimdi ise Bon Jovi hayranları için yeni bir ümit doğdu. Zira yeni albümün prodüksiyon notları elimize ulaştı ve söylenenler gerçekten eski dostların en iyi yaptıkları işe yani Rock'n Roll'a geri döndüklerini müjdeliyor.

Bon Jovi'nin gitaristi ve bir çok bestenin de ortağı olan Richie Sambora, albüm hakkındaki düşüncelerini açıklıyor: “2007 yılında Nashville'e gittiğimizde, müziğin bizi çok farklı yerlere taşıyacağının farkındaydık. Jon (Bon Jovi) da ben de Lost Highway albümü kaydetmek için elimizde bir not defteri ve bir gitarla yola çıkmıştık. Müzik bizi buldu adeta.” Lost Highway albümü gruba platin plak kazandırmış olabilir ve bu durum mali açıdan bakıldığında tam bir başarı olarak görülebilir. O zaman tutması garanti bir işe mi girişecek Bon Jovi yoksa akıllarını kurcalayan bir takım sorular var mı? Sambora bu konu hakkında; “Başarılı olduğumuz bir formülü fotokopi makinesinden çıkmış gibi taklit etmek müzikal olarak yapmak istediğimiz en son şeydi. O yüzden Jon beni arayıp 'Bestelere başlıyoruz' dediğinde ikimiz de nasıl hissettiğimizi kendimize sorduk. Rock'n Roll, bu sorgulamanın sonunda ortaya çıkan tek cevaptı.”

Beste aşamasına gelindiğinde Sambora, eşyalarını toplayıp Jon Bon Jovi'nin evine taşınmış ve bitmek tükenmek bilmeyen bir üretim süreci de başlamış. İkili kısa sürede toplam 28 şarkıyı kaba hatlarıyla bitirmiş. Sambora demo aşamasını ise “Biz demo yapmayız. İkimiz de akustik gitarlarımızı alıp eski ses kayıt cihazımızın önünde çalarız. Bir şarkının nakaratını alalım, diğerinin söz kısmının orasından keselim, üçüncü bir şarkıyla birleştirelim gibi bir çalışma yapmayız hiçbir zaman. Jon ve ben bu işi 25 yıldır yapıyoruz ve elimizde ne zaman iyi bir şarkı olduğunu da anlayabiliyoruz. Kötü bir işi cilalamakla o iş harika olmaz, bunu çok iyi biliyoruz.” diyerek özetliyor. “Jon ile bir şarkıyı grubun geri kalanına taşımamız için o şarkıyı son haline getirmemiz şart. Ondan sonrasını ise grup elemanlarının yaratıcılığıyla pekiştiriyoruz. Albüm kayıt aşaması ise bambaşka bir konu. İşin o kısmı tüm pürüzlerin ve aklımıza takılan noktaların temizlendiği bölüm. Ama oraya gelebilmek için gerçekten şarkınızdan emin olmalısınız.”

 Bon Jovi, The Circle albümünde prodüktör olarak Have A Nice Day albümünün ve Lost Highway'in de yarısının prodüktörlüğünü yapan John Shanks ile beraber çalışıyor. Sambora, geçtiğimiz yıllarda elinde hep kendi imzalı serisi Fender Stratocaster ile görmeye alıştığımız bir müzisyen. Bu albümde ise tüm alışkanlıkları kırdığını ve onlarca farklı marka ile modelde gitar kullandığını belirtiyor: “O kadar çok gitar değiştirdim ki hepsini saymam mümkün değil. Bir 1958 Gibson Explorer kullandım ki gerçekten müthiş bir gitardı. Onun dışında bir Duesenberg, P-90 mayetikli bir Les Paul JR, '59 ve '68 modeli iki farklı Les Paul, iki farklı Telecaster ve John Shanks'in Stratlar'ını da kullandım. Hepsi birbirinden harika gitarlardı.”

The Circle albümünün çıkış şarkısı olan We Weren't Born To Follow, Eylül ayının ikinci haftası itibarıyla yurtdışındaki radyolarda dönmeye başladı. Bon Jovi'nin bu şarkıyla ilgili ilginç de bir çalışması var. Grup, radyo versiyonu için Sambora'nın gitar solosunu Beatles vari bir şekilde çalma isteğini kabul etmişti. Ama şarkı radyolarda yayınlandığı anda Sambora hayranları, grubun internet sitesini elektronik posta bombardmanına tutarak gerçek bir Sambora solosu istediklerini belirtmişler. Richie ile Jon da aralarında yaptkları küçük bir toplantıda gitar fanlarının istedikleri gibi bir solonun albüm versiyonunda yer almasına karar vermişler ve Sambora alıştığımız melodik ve akıcı sololarından bir yenisini albüm versiyonuna yetiştirmiş. Peki bu dinleyicilerin yönlendirmesine açık olmak anlamına mı geliyor? “Hiç de öyle değil” diyor Sambora son olarak. “Grup müzisyeni olmanın mantığı, şarkılara en uygun şekilde çalabilmekten geçiyor. Genel olarak bu süreçten memnunum. Bazen çaldıklarınızın dinleyiciler üzerinde denenmesi işe yarayabiliyor. Neticede albüm versiyonunda çaldığım solo duyulduğunda herkesin bayılacağına eminim.”

10 Kasım 2009 tarihinde piyasaya sürülecek olan The Circle albümü bakalım gerçek Bon Jovi fanlarını yani bizleri tatmin edecek mi? Kulaklarımız cayır cayır gitarların olduğu ve prodüktörlerin korkmadan rock'n roll ruhunu yansıtabildiği albümlere hasret kaldı. Bekliyoruz.





Slash, Dave Grohl ve Duff McKagan aynı stüdyoda





Slash, uzun zamandır üzerinde çalıştığı solo albümünün kayıtlarına nihayet başladı. Albümün kayıt aşamasında Dave Grohl'den Iggy Pop'a uzanan geniş bir yıldızlar topluluğu ünlü gitariste destek veriyor. Albümde yer alacak enstrümantal parçalardan birisi için davulda Nirvana'nın davulcusu, Foo fighters'ın kurucu, gitarist, vokalist ve bestecisi Dave Grohl ile bas gitarda Guns'n Roses zamanlarından takım arkadaşı Duff McKagan ile beraber çalışan Slash, bu şarkının kayıtları için “Davulda Dave, basta Duff ile müthiş bir kayıt gerçekleştirdik” diyor blogunda. “Çok sert ve güçlü bir parça çıkarttık. Bu şarkıyı enstrümantal olarak düzenledik.” Son yıllarda Velvet Revolver grubunda çalan Slash, Revolver'ın solistinin ayrılması ile duraklama dönemine girdikleri bugünlerde tüm konsantrasyonunu solo çalışmasına vermiş durumda. 1980'lerin sonundan başlayan Guns'N Roses macerasını 90'lı yılların efsanevi albümleri Use your Illusion I ve II ile taçlandıran ve gitarist olarak tüm dünyada en büyük hayran topluluklarından birisine sahip Slash, solo çalışmasında mikrofonu Fergie, Ozzy Osbourne, Chris Cornell ve Iggy Pop'a teslim ediyor. Red Hot Chili Peppers’dan Flea bas gitar kayıtlarında, Guns N’ Roses’dan diğer bir takım arkadaşı gitarist  Steven Adler gitar partisyonlarında ve davul virtüözü Josh Freese de davul kayıtlarında Slash'e destek olacaklarını açıkladılar. Tüm bu isimleri görüp gitarda da Slash olduğunu bilmek, şimdiden sabırsızlıkla beklememize yol açıyor. Umarız Slash, Guns'N Roses günlerindeki performanslarını yakalayan bir albüm ile karşılar bizleri.

Wednesday 23 September 2009

MySpace Yasağını Protesto Ediyoruz!










KISIN SESİNİ ŞU MÜZİĞİN! 
Müzikle yaşayan, müzikle nefes alan bir kişi olarak şahsen müzik çalan bir yerde duymaktan en rahatsız olduğum cümlelerden birisidir “Müziğin sesini kısın” cümlesi. Dinlenmek, paylaşmak, duygu, düşünce ve hayata bakışın ortak bir şekilde özümsenmesi için yaratılmış bir sanatın kısılması, gereksiz görülmesi, sanatçıların ve
müzisyenlerin hor görülüp yok sayılmaları anlamına gelir benim için. Çalıştığım, bulunduğum ve sevdiğim her yerde müzik mutlaka vardır, kimseyi rahatsız etmeden, bulunduğu ortama enerji, mutluluk ve duygu katacak şekilde... Ama gelin görün ki Eylül ayının ikinci haftasının sonlarına doğruydu ülkemizde bağımsız müzik, paylaşımcı müzik, özgür ve yepyeni müzik bir anda sonuna kadar kısıldı. Evet MySpace ve LastFm sitelerinin mahkeme emriyle kapatılması rezaletinden bahsediyoruz.  Hayatını müzikten kazanarak yaşama gayretinde olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kimin hakkının kimden korunduğunu anlayamadığımız bir yasak olarak karşımıza çıkan bu site kapatma kararının, arka planında yaşananların ne olduğunu müzik endüstrisinin çirkin çarklarının içinde yaşamak zorunda olanlar bilebilir belki. Ama müzik dinlemek, müzik üretmek, özgürce paylaşmak ve sesini dünyaya duyurmak gayretindeki insanları aydınlatmak da görevimizdir. Öncelikle hepimizin bildiği gibi MySpace ve Last FM, yasal olarak müzisyenlerin onay verdiği ve çoğunlukla kendilerinin yönettiği bir müzik dinleme portalıdır. Şimdi ülkemizde müzisyenlerin üzerinden para kazanabilmek için ne yapmak gerekli? Çeşitli büyük firmaların son birkaç yılda ortaya çıkartmış olduğu portallara parayla üye olup müziği yasal olarak indirmek lazım. MySpace, aslında pazarlama olarak tam bir cinlik örneği. Müziği siz müzik sahibi izin vermedikçe indiremezsiniz ama hızlı bağlantınız sayesinde indirmiş gibi dinleyebilirsiniz. Böylece ne olur? Çeşitli sitelere para vermeden müzik dinlemenizi illegal yollara başvurmadan da gerçekleştirebilirsiniz. Ayrıca yurt dışında yapılan yeni eserleri günlük olarak takip edebilir, albümü bile çıkmamış sanatçılarla dost olup onların tanınmasına yardımcı olabilirsiniz, hatta onlar da size yardımcı olabilirler. Böyle bir durum için geçtiğimiz ay dergimizin sayfalarında tanıttığımız Run the Red Light grubunu örnek göstermek mümkün. Öte  yandan kayıtlarını bitirmiş olduğumuz, dergimizin diğer editörü Aydilge'nin albümünün masteringleri için de MySpace'ten tanıştığımız Capitol Records'da çalışan Evren Göknar ile profesyonel anlamda iş yaptığımızın da altını çizmek isterim. MySpace'i yasaklamak, adı sanı çok belli olan bir statükocu zihniyetin ceplerini doldurup doldurup taşırmasını sağlamak için yapılmış bir yoldur. Buna suskun kalan müzisyenin, hakkını savunmayan müzik severinse yasaklarla yaşamaya devam etmesi normaldir. Bu yüzyılda müzik dinlemek kimseye sormadan ve danışmadan yapabileceğimiz son özgürlüklerimizden birisidir. İnternetin bu kadar gelişmesinin sebeplerinden birisi de müziğin bağlayıcı ve paylaşımcı ruhu yüzündendir. Bunu bile çirkinleştirip, statükocu ve yasakçı zihniyetle birleştirip bir de üstüne telif haklarını koruduğundan ket vuranlara ise daha yaratıcı ve yasağı desteklemeyen, müziğin özünde olan özgürlüğü ön plana çıkartan yollara başvurmalarını teklif ediyoruz. Alternatif yollar mı istersiniz? Mü-Yap'a üye olan ve sayıları toplamda iki elin parmakları kadar olan plak şirketlerinin yönetim kadrolarıyla yapılacak bir toplantı sonrası, plak şirketlerinin bağlı tuttuğu sanatçıların MySpace sayfaları kendi rızalarıyla deaktif hale getirilebilir. MySpace ve Last FM siteleri telif konusunda anlaşma imzalayana kadar ülkemizde albümü bulunan hiçbir sanatçının sitesinden müzik dinlenmez, öte yandan bağımsız ve sesini kendi imkanlarıyla duyurmak isteyen müzisyenin emeklerine ve söz hakkına ise karışılmamış olur. İşin bir diğer hukuken yanlış bölümü ise Last FM sitesine para vererek üyelik hakkı almış müşterilerin hakları. Ama bu gibi “detay”ları maalesef düşünmek işimize gelmiyor. Telif haklarını koruma adı altında özgür, bağımsız ve yeni müziği engelliyoruz. KISIN ŞU MÜZİĞİN SESİNİ demekten müzik endüstrisini koruma çerçevesi altında bile olsa sıkılmıyoruz. Ama artık buraya kadar. MySpace ve Last FM siteleri açılana kadar sayfalarımızda bu konuya yer vermeye devam edeceğiz. Sonuna kadar AÇIN ŞU MÜZİĞİN SESİNİ diye bağıracağız. (23 Eylül 2009 tarihi itibarıyla MySpace ve Last FM siteleri hala kapalıydı. Mü-Yap başkanı Bülent Forta, telif hakları konusunun çözülmesi durumunda yasakların kalkacağını ve kendisinin de yasağı desteklemediğini belirtti. Yasağı desteklemeyenlerin yasak koymamasını, alternatif ve barışçıl yöntemlere başvurmalarını diliyoruz.)

Monday 14 September 2009

Sanal Gitar Kahramanları Ekran Başına



Guitar Hero 5 tüm dünyada salgın haline geliyor 
Daha önceki müzik ve gitar simülasyonlarını oynamış ve bu hastalığa kapıldıysanız yeni ilacınız 1 Eylül itibarıyla raflardaki yerini almış durumda. Guitar Hero 5, tüm dünyadaki gitar fanatizmini doruk noktalarına çıkartarak ekranlarımızdan bizi selamlıyor. Yeni oyunda bir çok farklı şarkının yanı sıra enstrümanlar, sanatçılar ve gruplar da oldukça geniş bir yelpazede sunuluyor. 3 Doors Down, Nirvana, Santana, Blink 182, Blur ve daha onlarcası çalmamız için bizi bekliyor. PS 3, XBox 360, Wii'den oluşan yeni nesil konsolların internet ağı ile olan ilişkisini de verimli kullanmayı planlayan beşinci oyun, indirilebilir içeriği ile de ömrünü uzatmayı planlıyor. Internet üzerinden dünyanın dört bir yanındaki gitarist adayları ile kapışabileceğiniz oyuna bizim tavsiyemiz çok fazla takılmamanız. Zira gerçek gitarınız, kenara atılmaya gelmez, sürekli ilgi ve çalışma ister. İyi oyunlar.

Tuesday 8 September 2009

Çift Gitarı Uyumlu Kullanabilmek



Ülkemizde bir çok sanatçı ve grupta sahne çift gitarlı bir dağılım görüyoruz. Ama maalesef ben iki gitaristin birbiriyle uyumlu çalabildiği ve birbirini kapatmaktan çok tamamlayan bir sahne aranjesini ülkemiz sanatçılarında pek az gözlemleyebildim. Özellikle genç rock gruplarında sıkça görülen bu sorun, her iki gitarın da biraz kafalarına göre çalmalarından ve sahne aranjesi mantığının ülkemizde oturmamış olmasından kaynaklanıyor. İleriki yazılardan birinde iki gitar aranjelerinin nasıl yapılabileceğini burada tartışacağım. Ama bunu canlı performansta nasıl mükemmele yakın kullanıyorlar görmek için izlenmesi gereken bir video olduğunu düşünüyorum. Alanis Morissette Nulles Part Ailleurs, 1995 konseri. Gitarlarda: Nick Lashley (Stratocaster çalıyor), Jesse Tobias (1965 Fender Mustang çalıyor-ki hastasıyız gitarının ve kendisinin), basta Chris Chaney (bir pop rock grubunda duyduğum en groove bas partisyonlarını çalıyor Chris), davulda ise ileriki yıllarda Foo Fighters'ın davulcusu olan Taylor Hawkins yer alıyor. Müthiş bir performans demek lazım kısaca...

Alternatif Gitar Kayıt Teknikleri Bölüm 1




Müzik endüstrisinin ciddi bir krizin tam ortasında bulunması, en çok biz müzisyenlerin üretim sürecini etkiliyor. Albüm yapmak için gerekli bütçelerin iyiden iyiye düşmesi hatta artık tamamen kesilmiş olması, yapım şirketlerinin sanatçılardan hazır albüm getirmeleri beklentisini de doğuruyor. Peki albüm kaydetmek için gerekli bütçenin bir kısmına sahipsek, bazı kayıtları stüdyo kiralarından kurtularak yapmamız gerekiyorsa? Albüm kayıtlarında kullanabileceğiniz gitar tonlarınızı, evinizdeki sisteminizde yaratabilmenin yollarını araştırdık.

Eğer siz de albüm kayıtlarına hazırlanan ama plak şirketlerinin “Bize hazır albüm getirmeniz lazım!” sözlerini işitmiş müzisyenler güruhundansanız, çok doğru bir yerdesiniz. Diyelim ki sanatçı veya müzik grubu olarak albümün maliyetinin tamamını (ki bu maliyetlere miks ve mastering hizmetleri de dahil oluyor) karşılamamızın imkanı yok. Stüdyo kirası, varsa aranjör maliyeti, solo çalışıyorsak müzisyenlerin ödemeleri derken, iş içinden çıkılamaz bir hale gelebiliyor. Ama hemen ümitsizliğe kapılmayalım. Davul ve vokal kayıtları dışında hemen her türlü kaydımızı alternatif yöntemlerle albüm kalitesine yaklaştırabileceğiniz bu yöntemlerle stüdyo saatlerinizi kısaltabilir, gitar sound'larınızı olduğundan çok daha pahalı duyurabilir, en önemlisi de evinizden çıkmadan işlerinizin büyük bir kısmını halledebilirsiniz. Bu makalemizde anlatacaklarımız alıştığımız ve ileriki sayılarımızda detaylı şekilde inceleyeceğimiz gitar mikrofonlama tekniklerinden tamamen bağımsız, mikrofonsuz gitar kaydetme yöntemleri olarak da özetlenebilir.

Ekipmanlar
Hemen hatırlatalım, birazdan detaylı olarak göreceğiniz tüm yöntemlerin işe yaraması için bir takım olmazsa olmaz ortak ekipmana ihtiyacımız var. Öncelikle ayarları ve bakımları yapılmış iyi bir gitar, tercihan lambalı bir amplifikatör, kaliteli bir akort cihazı, üst kalitede kablolar, kaliteli bir mikrofon preamp'i, yine üst sınıf bir AD konvertör ve gelişmiş özelliklere sahip bir bilgisayar ile son güncellemeleri yapılmış, kullanımına alışkın olduğumuz, sorunsuz bir DAW ilk akla gelenler. Zamandan tasarruf etmek ve stresten uzak durmak için kayıtlara hazır olmamız, şarkı trafiklerine hakim, istediğimiz tonları kafamızda netleştirmiş olmamız da artı bir puan olarak hanemize yazılacaktır. Deneme yanılma yolu hem çok vakit harcamamıza hem de kafamızın karışmasına sebep olacaktır. Eğer son kontroller de yapıldıysa şimdi kayıt zamanı...

Kayıtlar ve Teknikler
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi albüm maliyetlerini elimizden geldiğince düşürmek ama kaliteden olabildiğince ödün vermeden bu işlemi gerçekleştirmek ana fikrimiz. Direkt olarak bilgisayarımızda yapacağımız kayıtlar için kaliteli preamp'lere sahip bir ses kartımız, hatta mümkünse enstrüman girişine sahip kaliteli bir mikrofon preamp'imizin olması büyük fayda sağlayacaktır. Araştırmamızda reamping tekniği, yazılımlar, amplifikatör simülatörü içeren prosesörler, DI Box kullanımı, isolation box kayıtları ve lambalı amplifikatörümüzle hoparlör simülatörü kullanma tekniklerini inceleyeceğiz. Alternatif olarak USB kullanarak gitar kaydetmenin yöntemlerine de değineceğiz.

Yazılımlar
Teknolojinin ve bilgisayar işlemcilerinin gelişmesi, gitar endüstrisinin bilgisayarlarla gittikçe daha da iç içe girmesine yol açtı. Bundan 5 yıl önce oldukça ilkel örneklerini gördüğümüz amplifikatör simülasyon programları, şimdi artık neredeyse gerçeğinden ayırt edilemeyecek ton karakterleri sunmaya başladılar. Piyasada en çok tutulan yazılımlar arasında bulunan IK Multimedia Amplitube, Native Instruments Guitar Rig ve Protools altında çalışan Eleven gibi markaların yanı sıra, ülkemizde çok bilinmeyen ama üstün örnekleme kabiliyetleri ile gitaristlerin saygısını kazanmış Softube gibi firmaların ürettikleri çeşitli yazılımlar da oldukça geniş imkanlar sağlıyorlar. Softube firmasının AmpRoom yazılımı, şiddetle önereceğimiz, vintage tonlara düşkün kullanıcıların keşfetmekten sıkılmayacakları bir ampli simülasyon yazılımı. VST/AU/RTAS/TDM ve VENUE formatlarını destekleyen yazılım www.softube.se adresinden satın alınabiliyor.
Peki yazılımları yardımıyla kayıt işlemini nasıl yapmalıyız? İşin püf noktası, sinyalin olabildiğince temiz bir şekilde bilgisayar ortamına aktarılmasında yatıyor. Bunun için de enstrümanımızı bağlayacağımız preamp'in (ses kartımızın üzerinde bulunan veya ekstra olarak satın aldığımız cihazın) iyi niteliklerde bir cihaz olması şart. Hangi preamp modellerinin üst seviye cihazlar olduğunu ve hangilerinin ülkemizde satıldığını ilk iki sayımızdaki butik preamp dosyamızdan öğrenebilirsiniz. Kayıt halkamızın ikinci ayağında analog gitar sinyalimizin dijital bilgisayar ortamına mümkün olan en kayıpsız şekilde iletilebilmesi için gereken AD konvertör yer alıyor. Ülkemizde en çok tutulan iki marka Apogee ve Lynx ürünleri, öte yandan biz dergimizde kurduğumuz sistemde yurt dışından satın aldığımız ve önümüzdeki aylarda satışına başlanacak Mytek AD konvertörü tercih ettik. Gitardan gelen sinyali mikrofon preamp'inin Hi-Z enstrüman girişine bağladıktan sonra konvertörden geçerek bilgisayardaki DAW'a sorunsuzca geldiğini görmemiz gerekiyor. Şimdi duyduğumuz, gitarımızın karakterinin yanı sıra seçtiğimiz preamp ve konvertörün de renklendirdiği bir gitar sesi. Çıplak gitar tonunu duyduğumuz kanalın insert'ünde açacağımız yazılım, bize kayıtta duyacağımız işlenmemiş gitar tonunu verecektir. Bu sistemin en büyük artısı, miks içinde tonlarımızın nasıl yer alacağını ortalama bir şekilde tahmin edebilmemizdir. Unutmadan hatırlatalım, kayıtları mümkün olduğunca reverb ve delay'siz almaya gayret etmek gerekiyor. Reverb ve delay karakterlerini miks sırasında seçmek çok daha geniş spektrumlara olanak verecektir. Öte yandan delay'li kaydedilmiş bir gitarın en küçük bir zaman hatasında geri dönüş olmayacaktır. Yazılım kullanarak kaydedilmiş gitarlarda eğitimli kulakların algılayabileceği bir takım eksiklikler olabiliyor. Özellikle de drive'lı tonlarda mikrofonlanmış amplifikatörlerin genişliğini ve sıcaklığını yakalamak şimdilik biraz zor görünüyor. Ama yine de yazılım kullanmak, gitar bazlı bir albüm yapılmayacaksa bize göre yeterli performansı verebilecek bir teknik. Dijital bir işlemden geçtiği için kayıtlarımızın genellikle miks aşamasında 2.5-3.5kHz aralığının dikkatli işlenmesi gerekiyor. Şimdilik bu kadar... Yazının ikinci bölümünde daha detaylı kayıt tekniklerinden ve bahsedeceğiz. Görüşmek üzere.

Saturday 5 September 2009

Paul Gilbert Delay Efektleri



Mr Big zamanlarından kalma hayranlığımız hiç bitmez Paulo Gilberto'ya. Burada çılgın bir delay efektiyle yapılabilecekleri gösteriyor. Çaldığı gitar, Ibanez'in SG modeli.

Wednesday 2 September 2009

İnceleme: Heritage H-150 CM


Geçmişin Mirası

Bazı enstrümanları hayatımızda bir defa alırız ve ömür boyunca müzikal yolculuğumuzda bize eşlik ederler. Böyle bir yol arkadaşını seçmek kimi zaman oldukça zorlayıcı olabilir. Eğer refakatçinizin farklı, kendinden emin ve üst seviyede bir gitar olmasını istiyorsanız H-150 modeli Heritage’e mutlaka bir şans vermelisiniz.

Gitar çalanlar için enstrümanları dünyadaki başka hiçbir şeye benzemez. Ben, hayat boyunca kullanılacak bir enstrümanın benim olup olamayacağını çoğu zaman, gitarın kendisinin seçtiğini düşünüyorum. İlk bakışta dikkatimi çekip, elime alır almaz farklı bir özelliği ile beynimin bir köşesine girmediği zaman o gitarın beni istemediğini hissediyorum. Dışarıdan bakanlar için belki saçma bir tespit gibi gelebilir, ama eminim enstrüman çalanlar benim ne demek istediğimi gayet güzel anlamışlardır. Bir elektro gitar satın almadan önce o enstrümanı uzun uzun amplifikatörsüz çalıp, kulağıma ağacın saf sesinden başka bir ses girmemesine özen gösteririm.

Gitarlar arasındaki en büyük tutkum ise Les Paul’dur kuşkusuz. Ağır gövdesi, çoğu versiyonunda alışılması gereken sap tasarımı ve kimi otururken çalmayı zorlaştıran gövde tasarımı gibi nazlarının yanı sıra Les Paul modeli, Gibson’ın yarattığı dünyanın en popüler enstrümanlarından birisi. Les Paul serisinin 1959 modeli ise gitar evreninin bir numaralı seri başı, adeta kutsal kasesi olarak kabul edilir. Peki günümüzdeki Gibson Les Paul modelleri, gerçekten eskileri kadar iyi mi? İyinin ne olduğu, gitardan ne beklediğinizle doğru orantılı olarak değişen bir kavram.

Kısa bir tarih dersi
Gibson modellerinin hala son derece üst seviye gitarlar olduğu bir gerçek. Ama bu durum, onların artık alternatifsiz olmadıklarını gizlemeye de yeterli değil. Bu ay dergimizin test sayfalarına konuk olan Heritage markasının H-150 CM modeli de Gibson Les Paul ile aynı genetik kodlara sahip. Hatta Heritage firması, fabrika olarak bile Gibson’ın eski üretim tesisini kullanıyor. 1 Nisan 1985 yılında kurulan Heritage markası, Gibson’ın yıllarca üretim yaptığı “225 Parsons Street-Kalamazoo, Michigan” adresinde ikamet ediyor. Oldukça ilginç bir kurulum hikayesine sahip olan Heritage’in nasıl hayata geçtiğini gitar severler mutlaka biliyorlardır ama yine de hatırlamakta fayda var: 1984 yılının Eylül ayında Kalamazoo fabrikasını kapayarak tüm üretimini Nashville, Tennessee’deki tesislere taşıma kararı veren Gibson firması yöneticileri, üretim hattında görevli olan tüm luthier’lere de Nashville’e taşınmaları emrini verirler. Öte yandan uzun yıllardır Kalamazoo’da yaşayan ve tüm hayatlarını yaşadıkları şehirdeki aile köklerine bağlayan ustalardan bir çoğu, karşı karşıya oldukları taşınma fikrine pek de sıcak bakmazlar. 1985 yılında giden gider; kalanların elinde ise artık çalışmaları için 1917 yılında inşa edilmiş ve ilk gününden beri gitar imalatı için kullanılmış tarihi bir bina vardır. Kalmayı ve kendileri için üretmeyi seçen ustalar; Jim Deurloo, Marvin Lamb ve JP Moats, aynı yıl Heritage markasını yaratırlar. Şirket ortağı olarak iki Gibson çalışanı ile daha anlaşmaya varırlar: Bill Paige ve Mike Korpak. Mike Korpak bir yıl sonra ortaklıktan ayrılır ve ideal kadro son haline gelir. Sırada üretmek, tasarlamak ve daha da iyisini yaratmak vardır. Tüm ustaların sahip olduğu ortalama 25 yıllık gitar yapım tecrübesi, Heritage markasının en büyük kozudur. Marka ilk modeli olan H-140 kod isimli enstrümanı 1985 yılının NAMM Show’unda dünyaya tanıtır. Müthiş beğeni toplayan bu enstrüman, firmanın başarısı için oldukça iyi bir çıkış noktasıdır.


H-150 CM ve ilk karşılaşma
Uzun yıllarınızı gitar çalmaya verdiyseniz ve elinizden iyi denebilecek çok fazla sayıda gitar geçtiyse, bir enstrümanın kalitesini ilk bakışta kestirebilmek gibi bir özelliği de zamanla geliştiriyorsunuz. Kaliteli gitarlara meraklı olup da H-150’nin kutusunu açar açmaz heyecanlanmayacak bir gitar severi düşünmek bile zor. Zira karşımıza çıkan enstrüman “vintage sunburst” adı verilen rengiyle tüm kozmetik puanları toplamayı kolaylıkla başarıyor. H-150, nitroselüloz boyasının altında yer alan akça ağaç kaplaması ile de dikkat çekiyor. “Flamed” yani alev desenli bombeli akça ağaç üst kaplamanın alt bölümünde yer alan gövde ise maun ağacından. Gibson modellerinde de aynı şekilde gördüğümüz bu özellikler aynı beklediğimiz gibi. Akça ağacın üst kısımlarda kullanılması, maunun karanlık ses karakterini ile biraz olsun açabilmek. Gitarın tek parça sapında da maun ağacı kullanılıyor, klavyenin üst kısmı ise gül ağacından. Perde simgeleri trapez olarak seçilmiş Heritage H-150 modeli, krom rengi donanımlara sahip. Köprü ve akort kulakları da alıştığımız Gibson Les Paul özelliklerine sahip.

Şimdi çalma zamanı
Sıra Heritage’i kutusundan çıkartıp çalmakta. Gibson’lardaki gibi ağır bir gövde sahip enstrüman, ‘60’lı yılların stilinde bir klavyeye sahip. Literatürde “60’s D” olarak geçen bu sap tasarımının arka kısmı akustik gitarları andıran, dolgun bir his veriyor. Test için kullandığımız modelin tel yüksekliği benim çalımıma göre biraz yüksekti. Ona rağmen oldukça akıcı ve rahat çalınabilen bir sap tasarımına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ampliye takmadan önce uzunca bir süre akustik sesiyle denediğimiz enstrümanın ağaç sesi ve sustain’i gerçekten başarılı. H-150’nin çıplak sesi oldukça dengeli, akor basımlarında tüm sesleri tek tek duyurabilen bir yapıya sahip. Peki ampli ile çalımlarda bizi ne gibi sürprizler bekliyor? Heritage’i eski bir Peavey Classic 30 kombo, Marshall Silver Jubilee kafa ve Laney VC 50 kombo modelleriyle deneme şansına eriştik. Enstrümanın üzerinde standart olarak Seymour Duncan Seth Lover manyetikler bulunuyor. Seth Lover modelini bilenler biliyordur ama bilmeyenler veya daha önce bu model manyetikleri kullanmamış gitaristler için küçük bir hatırlatmada bulunalım. Seymour Duncan firmasının humbucker’un mucidi olarak tanınan Seth Lover ile beraber tasarladığı bu model, aslında orijinal 1955 yılı PAF manyetiklerin bir klonu. Karakter olarak flat bir tonaliteye sahip bu manyetik, sap kısmında kullanıldığında eğer gitar da koyu karakterli bir enstrümansa o zaman fazlasıyla koyu bir karaktere bürünebiliyor. H-150’de de aynı bu durum ile karşı karşıyayız. Temiz tonlarda harika bir detay ve denge sunan Seth Lover’lı Heritage, drive’a girdikçe biraz kapalı bir karaktere bürünüyor. Heritage sanki bir caz gitarıyla drive’lı tonlarda çalıyormuş gibi hissettiriyor kimi zaman. Köprü manyetiğinde ise tipik eski tip rock tonlarını yakalamak için en ufak bir çaba sarfetmeniz gerekmiyor. Zira o tonlar zaten orada. Özellikle indie ve alternatif rock sound’larında tercih edilebilecek dengeli, crunchy ve detaylı bir sound’a sahip Heritage, istendiği anda direkt olarak blues ve jazz moduna da kolaylıkla girebiliyor. Bu enstrümanı kullanmadan önce hakkında okuduğum tüm incelemelerde, Heritage’in her türlü müziğe rahatlıkla uyum sağlayabildiğinden bahsedildiğine dikkat etmiştim. Gerçekten de gerek rock, gerek blues ve caz, gerekse pop kayıtlarında son derece kullanışlı bir yapıya sahip. Üst kalitede bir enstrümandan beklendiği gibi kendi karakterini sabit tutarken müziğin gerektirdiği uyumu sağlamakta zorlanmıyor. Sound Dergisi ekibi olarak Heritage ile yaptığımız kayıtlarda aklımıza takılan tek konu, sap manyetiğinin biraz kapalı bir karakter sergilemesi oldu. Bu durum bütünüyle kişisel bir bakış açısı olup bir EQ pedalıyla rahatça üstesinden gelinebilen bir detay. Öte yandan temiz arpejlerde ve jazzy tonlarda daha önce de belirttiğimiz gibi Heritage son derece transparan ve detaylı bir karaktere sahip. Klavye olarak eğer bir Les Paul kullanıcısıysanız, alışkanlık konusunda sorun yaşamayacaksınız ama bu tip bir gitarı ilk defa kullanacaksanız ilk birkaç gün sap ve tuşeye alışmakla geçirebilirsiniz. Bu durum aslında her yeni alınan gitar için de geçerli bir tespit.

Son olarak
ABD’de oldukça geniş bir hayran kitlesine sahip olan Heritage markasının içinde bulunduğumuz şu kriz zamanında ülkemize gelebiliyor olması bile aslında şaşırtıcı. Türkiye’ye Pluton Müzik tarafından ithal edilen Heritage modelleri, köklü bir geçmişe, kalitesinden ödün vermeyen bir üretim mantığına sahip. HS-150 modeli de her tarza uyum sağlaması, sustain’li, dengeli ve detaylı ton yelpazesiyle üst sınıf bir gitar alacak gitaristlerin mutlaka duymaları ve denemeleri gereken bir enstüman. Ülkemizde 2799 Dolarlık bir etikete sahip enstrüman, www.plutonmusic.com adresinde satılıyor.

Teknik Özellikler
Heritage H-150
Sap: 17 derece eğimli kafa, tek parka maun sap.
Tuşe: Gül ağacı, 24-3/4 inch skala, 22 perde, krem rengi binding, sedef trapez pozisyon işaretleri.
Gövde: Maun gövde, akçaağaç üst kapak, krem rengi binding ve pena muhafazası (pickguard).
Gövde ölçüleri: Kenar kalınlığı - 2 ½ inch, gövde genişliği - 13 ½ inch, gövde uzunluğu - 17 ¼ inch.
Elektronik: 2 x Seymour Duncan krom kapaklı humbucker manyetik; 2 volume, 2 ton, manyetik seçim switch.
Fiyat: 2799 Dolar
Rakipleri: Gibson Les Paul Standart, PRS Singlecut.
İletişim: Pluton Müzik. www.plutonmusic.com

Saturday 29 August 2009

Akortsuz Gitar Dersi-Zakk Wylde



Evet bu bir eğitim videosu. Ama alışık olduklarımızdan biraz farklı. Zakk Wylde'ın pentatonic ağırlıklı rifflerini gösterdiği bu videonun montaj aşamasında çıkartılmış kısmında Wylde, akortsuz bir gitarla çalmaya çalışıyor. Tabii gitarın aslında çoktan akortunun yapıldığını ve herşeyin yolunda olduğunu düşünüyor. Oldukça komik.

İnceleme: BBE Sonic Stomp ve BBE Boosta Grande Pedalları

Tonlarınıza Renk Katın
Gitaristler, özellikle de elektro gitar çalan müzisyenler, müzik endüstrisinin belki de en şanslı üyeleri. Hem taşınabilir, ergonomik bir enstrüman çalıyorlar, hem de tasarım olarak gün be gün göze hoş gelen ekipmanlarla sürekli güncellenen bir piyasaya sahipler. BBE firmasının ürettiği hem göze hem kulağa hoş gelen bu iki pedal da gitar dünyasının dikkat çeken modelleri arasında, gitar tonuna renk katmak isteyen müzisyenleri bekliyor.

BBE firması, gitar tonlarına meraklı, farklı ve güncel olarak sürekli kendini yenileyen gitaristlerin yakınen tanıdığı bir firma. 1985 yılında Kaliforniya'da kurulmuş olan şirket, günümüzde sadece gitar ekipmanları değil, aynı zamanda profesyonel ses sistemleri konusunda da söz sahibi bir firma. Aynı zamanda G&L gitarlarının da üreticiliğini yapan BBE, Barcus Berry tarafından kurulmuş bir firma ve ilk olarak yaylı çalgılar için ürettiği manyetikler ile müzik endüstrisinde tanınmaya başlandı. Özellikle büyük orkestralarda kullanılan Barcus Berry imzalı piezo manyetikler, caz müziğinin 1970'li yıllarda farklı ufuklara uzanmasına da yardımcı oldu. Zira nefesli partisyonları ile yaylı çalgılar artık bir arada kullanılabiliyordu. Barcus Berry'nin manyetiklerinden önce ise bu durum yaygın olarak tercih edilmiyordu. Günümüzde ise firmanın imzasını taşıyan en meşhur cihazlardan biri Sonic Maximizer. Müzik endüstrisinde mastering stüdyolarından canlı DJ performanslarına, kayıt dünyasından radyo TV yayıncılığına kadar uzanan geniş bir yelpazede kullanılabilen Maximizer, biz gitaristler için pedal formunda da emrimize amade.


Sonic Maximizer Sonic Stomp

Güzel, parlak kırmızı rengi ve oldukça basit tasarımıyla dikkat çeken Sonic Maximizer, stüdyolarda rack olarak görmeye alışık olduğumuz 482i Sonic Maximizer modeli baz alınarak üretilmiş bir pedal. Üzerinde sadece Lo Contour ve Process düğmeleri bulunan bu pedal, alışık olduğumuz gitar pedallarından farklı özelliklere sahip. Öncelikle belirtmemiz gereken, Sonic'in ne bir EQ, ne bir kompresör ne de boost pedalı olmadığı. Sonic Stomp, bütünüyle kendine has bir işlevi olan ve gitar tonuna tek bir pedalın verebileceği belki de en büyük katkıyı sağlayan bir cihaz. Peki Sonic'in işlevi nedir? Sonic Maximizer modelleri aslında faz farklılıklarından ve hoparlörlerin tiz-bas ilişkisinden kaynaklanan kayıpları minimuma indirerek kulaklarımıza dilediğimiz frekansları çok daha belirgin ve güçlü bir şekilde iletme prensibiyle çalışıyorlar. Cihazın çalışma mantığında iki kademe var. İlk etapta pedalın işlemcisi, alt frekansların gecikme zamanını (delay time) biraz daha uzun tutarak fazdan kaynaklı bozulmaların da önüne geçiyor. İkinci işlem ise alt ve üst frekansların belirgin kılınmasını sağlıyor. Böylece olması gereken temizlikte sesler, olması gereken güç ile kulaklarımıza iletiliyor. Cihaz ile ilk tanışmamız, 1972 model Fender Mustang gitarımızı, 12 inçlik hoparlöre sahip eski bir Peavey Classic 30 lambalı amplifikatör eşliğinde oldu. Oldukça güçsüz ama karakterli bir tona sahip Mustang, pedala bastığımız anda karakterini çok daha belirgin bir şekilde yansıtmaya başladı. Her iki düğme de orta poziyondayken belirgin ve detaylı bir gitar tonu elde ettik. Lo Contour düğmesini sağ tarafa doğru çevirdikçe daha etli ve sıcak bir tona kavuşurken, single manyetikleri humbucker gibi güçlü duymaya başladık. Sonic'in üzerindeki Process düğmesi ise üst frekansları şaşırtıcı bir şekilde güçlendirdi ve Classic 30 amplifikatörün önünden sanki görünmeyen bir perdeyi kaldırmışız gibi farklılık yarattı. Humbucker'lı gitarlar ile olan etkisini görmek içinse 1994 model bir Gibson Les Paul Studio Lite model ile çalışmaya başladık. Abanoz saplı ve EMG manyetikli, son derece güçlü olan bu gitar, alışık olmayan müzisyenlerin çok rahat edebildiği bir enstrüman olmamasına rağmen Sonic'in dinamik özelliği sayesinde sadece gitarın volume düğmeleri ile bile birbirinden farklı tonlar yaratmayı başardık. Sonic Maximizer, eğer sadece bir pedal alacaksanız ve alacağınız cihazdan maksimum verimi bekliyorsanız belki de ilk bakmanız gereken pedallar arasında bulunuyor. Kendisi için bir çok müzisyen gizli silah yakıştırmasını uygun buluyor. Ülkemize Senkop tarafından getirilen cihaz, 179 TL'lik bir satış fiyatına sahip.

BBE Sonic Maximizer Pedalı Teknik Özellikler:
Frekans Cevabı: Değişken Lo Contour: +12dB @ 50Hz Process: +12dB @ 10kHz Sinyal gürültü Oranı: BBE Maks 94dB – BBE Min 104dB
Maksimum Sinyal Seviyesi: +7dBu



Boosta Grande
Testimizde yer alan ikinci BBE ürünüyse sadece bir düğmeye sahip ama tasarımsal olarak son derece alımlı duran, temiz karakterli bir boost pedalı: Boosta Granda. Hakkında anlatılacak çok fazla detay bulunmayan bu pedalın en büyük özelliği, sesi bozmadan, basıldığı anda seçtiğiniz kadar yükseltmesi. Bu açıdan bakıldığında geçtiğimiz aylarda test ettiğimiz BB RC Booster modelinin direkt rakibi olarak da dikkat çekiyor. Grande, maksimum gain'deyken +20 dB'lik bir fark yaratabiliyor, üstelik bunu herhangi bir dip gürültüsüne yol açmadan ve var olan ses karakterini bozmadan yapabiliyor. Boosta Grane hakkında eleştirebileceğimiz bir nokta, cihazın sadece boost yapan bir pedala göre boyutunun büyükçe olmasıydı. Bu tasarımın yaklaşık yarısı büyüklüğünde boost pedallarını ülkemizde de bulmak mümkün. Testimiz sırasında aynı ekipmanları kullandık. Özellikle temiz ve crunch karakterli arpej veya ritm partisyonlarından sololara geçişlerde karşılaştığımız dinamizm ve çalım rahatlığı, Grande'nin boost pedalları arasında güçlü bir aday olmasını sağlıyor. Ülkemizde Senkop Müzik tarafından satılan Boosta Grande, 123 Dolar'lık bir fiyat etiketine sahip.

Thursday 27 August 2009

Django Django Django...



Gypsy Jazz'ın yaratıcıları, üstatlar, siyah beyaz zamanların müzikal kahramanları... Django Reinhardt ve kemanda Stephan Grapelli'nin beraber çaldıkları, 1939 kayıtlı J'attendrai Swing şarkısı. Django'nun klavyeye sadece iki parmağı ile basabildiğini, diğer üç parmağının bir yangında hasar gördüğünü ve kullanamadığını da hatırlatalım. Bu akorlar, sololar sadece iki parmakla nasıl çalınır, akıl sır ermez. Django bambaşkadır.

Telecaster Senfonisi: Hellecasters-The Beak/The Claw



Telecaster fanlarının büyük ihtimalle duymuş olduklarını düşünüyorum Hellecasters grubu için. Will Ray, John Jorgenson ve Jerry Donahue'dan oluşan, enstrümantal müzik yapan bu topluluk, son derece teknik ve zor partisyonları seslendirmeleriyle ve aynı albüm içerisinde farklı tarzları çalabilmeleriyle de meşhur. Jerry Donahue ile ABD'deki NAMM Show'da tanışma imkanını da bulmuştum. Kendisi 2004 yılından beri Fender ile çalışmışyor, benim izlediğim workshop'unda Peavey Tele kullanıyordu ama tonlarının muazzam olduğunu anlatmaya gerek yok herhalde. Hellecasters'ın albümleri sırasıyla:
The return of the Hellecasters - 1993
Escape from hollywood - 1994
Hell iii new axes to grind - 1997
Essential listening vol 1 - 2002

Wednesday 26 August 2009

3 Gitar Aynı Anda



Steve Vai'i canlı izleme fırsatını bulmuş azınlık arasındaysanız kendisinin sahne performansı konusunda fazla bir açıklama yapmaya gerek yok demektir. "G3 - Live In Denver" DVD'sinin en can alıcı bölümlerinden birisi... Dünyada bir adet üretilmiş bu enstrümanın en alt bölümünde perdesiz bir sap, en üst kısımda ise bir synth gitar bulunuyor. Vai aynı zamanda bir loop cihazı kullanarak ana melodinin de süreki tekrarını sağlıyor. Konserde Billy Sheehan bas gitar; Tony MacAlpine gitar ve tuşlu çalgılar; Jeremy Colsonon davullar ve Dave Weiner 7 telli gitarda Steve Vai'a eşlik ediyorlar.

İnceleme: Roland Micro Cube RX




Minik Ses Küpü

Küçük gitar amplifikatörlerinin tercih edilmeme sebepleri nelerdir? Ufak hoparlörlerinden çıkan cılız ve çalınması zor tonlar, yetersiz güç ve çalanı soğutacak kullanışsızlık... Roland, Micro Cube ile yakaladığı başarısını 4 hoparlörlü RX modeli ile devam ettirmeye kararlı görünüyor. Fiziksel yapısı küçücük olan Micro Cube RX'in ses kalitesi acaba tatmin edici mi?

Roland'ın Micro Cube modelleri ile 2004 yılında tanışmıştık. Küçük boyutlu gitar amplifikatörleri konusunda adeta bir devrim yaratan ve tonal başarısı ile sıkı bir hayran kitlesi edinmeyi başaran modelin ürün gamına ilerleyen yıllarda Cube 20, Cube 30 ve Cube 60 modelleri de katıldı. Modelin en büyük ağabeyi olan Cube 80 de 2009 yılı ile beraber tanıtıldı ve Cube ailesi şimdilik tamamlanmış durumda. Sound ekibi olarak bu ay test için Roland'ın Cube ailesinden en küçük üyeyi seçtik. Spesifik olarak bu model üzerinde ısrarcı olmamızın sebebi, yaz aylarının gelişi ve tatil sezonunun açılışı ile beraber taşınabilir cihazların tercih edilmeye başlanması ve piyasada küçük olmasına rağmen son tüketciyi tatmin edecek (lambalı modelleri saymazsak) kaliteli modellerin sayıca az bulunmasıydı. Peki Roland'ın Microcube RX modeli gerçekten iddia edildiği gibi bir teknoloji harikası mı, yoksa tüm bu söylentiler pazarlama departmanlarının alıştığımız sözleri mi? Bunu hep beraber göreceğiz. İlk olarak cihazın tasarım ve ergonomisini inceliyoruz...

Tasarım ve ergonomi
Micro Cube RX, tasarım olarak alıştığımız Microcube modelinden ön panelinde bulunan 4 adet 4 inçlik hoparlörü ile ayrılıyor. Hatırlayacağınız gibi modelin orijinalinde bir adet 5 inçlik hoparlör bulunuyordu. Peki 4 adet daha küçük hoparlör kullanımının ne gibi bir faydası olabilir? Bu noktada öncelikle RX'in ağırlık dezavantajından bahsetmeliyiz. Orijinal model sadece 3.3 kg'lık bir ağırlığa sahipken bu yeni modelin ağırlığı neredeyse iki katına çıkıyor: 6.4 kg. Fakat elimize geçen ise çok daha geniş bir stereo imaj ve daha dengeli bir frekans dağılımı oluyor. 6.4 kg'lık ağırlık ise taşıma konusunda bir sorun yaşatmıyor. RX modelinin değişen tek fiziksel özelliği ağırlığı da değil. Cihazın genişliği 296 mm'ye, önden arkaya derinliği 207 mm'ye ve yüksekliği de 294 mm'ye çıkmış durumda. Bu veriler ilk versiyonda sırasıyla 244, 166 ve 226 mm'ydi. Yani elimizde yaşça genç ama boyut olarak biraz daha irileşmiş bir Cube var. Güç üretimi olarak da cihazın orijinal Cube'un 2W'ına karşı 2.5W'a çıktığını görüyoruz. RX'in en büyük özelliği, pil ile de çalışabiliyor olması. Bu durum, özellikle sokak müzisyenlerini, deniz kenarında, ormanda, aklınıza gelebilecek farklı her konumda elektro gitar çalmayı arzu eden mobil müzisyenleri mutlu edecek bir özellik. Pillerin dayanma süresi ise tahmin ettiğimizden çok daha uzun. Aralıksız 20 saat açık tuttuğumuz ve gün boyunca ev ortamında komşularımızı rahatsız etmeden çalabildiğimiz cihaz, 6 adet kalem pil ile çalışıyor. Daha az efekt kullanarak sadece temiz tonlardan faydalanan müzisyenlerden aldığımız duyumlar ise günde bir saat çalımla, bir aydan daha uzun bir pil süresinin yakalanabildiği yönünde. Bu güç tüketimi bizce son derece başarılı. Micro Cube RX'in tüm kontrol birimleri cihazın üst kısmında yer alıyor. Bu durum yerden yüksekliği sadece 30 cm civarında olan bir cihaz için kolay bir kullanım anlamına geliyor. Pil haznesi arka bölümde bulunurken aynı kısımda ayak kontrolör bağlantısı ve elektrik girişi de yer alıyor.

Tonlar ve Çalım
Sırada Roland Micro Cube RX'in tonlarını öğrenmek, farklı gitar ve çalım tekniklerine nasıl bir tepki verdiğini görmek var. Ama öncelikle cihazın üst bölümünde bulunan ve farklı model amplifikatörler arasından seçim yapabilmemizi sağlayan modelleme bölümünü incelememiz gerekiyor. Roland firmasının COSM (Composite Object Sound Modeling) adını verdiği bu modelleme motoru, ilk olarak 1994 yılında VG-8 modeli gitar efekt cihazıyla piyasaya sunulmuştu. VG-8 , aynı zamanda modelleme yapabilen ilk gitar bazlı cihaz olarak da gitar dünyasında ayrı bir yere sahiptir. Gitar sektöründe yer alan modelleme teknolojisi, günümüzün bilgisayar bazlı müzik endüstrisinde gerek sanal (Amplitube, Guitar Rig gibi yazılımlarda) gerekse enstrüman (irili ufaklı bir çok amplifikatör, efektör ve hatta Line 6 Variax Serisi'nde olduğu gibi gitarların üzerlerinde bile rastlamak mümkün) bazlı olarak halen popülerliğini koruyor. COSM teknolojisi, orijinal bir ses kaynağının (mesela Roland Jazz Chorus modeli bir gitar amplifikatörünün) sinyali ilk aldığı noktadan, hoparlörlerinin titreşimine kadar geçen tüm sinyal yolunu modelliyor. Roland firmasına göre bu durum modelleme yapan diğer marka cihazlardakinden daha farklı bir teknoloji. COSM teknolojisinde amplifikatörün sesini açtıkça modellenen orijinal amplifikatördeki gibi bir natürel overdrive yaşamak ve buna bağlı olarak daha dinamik bir tonal yelpazeye sahip olmak mümkün. Bu teknolojiye sahip minik Cube RX de elinden gelenin en iyisini yapıyor ve ilk notanın vurulmasıyla beraber ciddi bir şaşkınlık yaratabiliyor. Testlerimiz sırasında bir Ibanez Joe Satriani Serisi JS 1000, bir adet Gibson Les Paul ve bir de Yamaha'nın Strat karakterli gitarlarından Pacifica 412 kullandık. Modelleme kısmının ilk seçeneği olan akustik gitar modellemesi, cihazın en az iddialı bulduğumuz seçeneği. Elektro gitar ile kullanılması durumunda mümkünse sap kısmında single manyetik tercih edilmeli. Bu seçeneğin humbucker ve köprü pozisyonundaki manyetiklere olan cevabı pek kullanışlı değil. Öte yandan JC Clean adı verilen ve aslen Roland Jazz Chorus'u modelleyen seçenek özellikle temiz tonlarda oldukça tatmin edici sonuçlar verebiliyor. Özellikle efekt olarak da chorus seçildiğinde bu cihazda neden 4 hoparlör kullanıldığı daha rahat anlaşılabiliyor. Temiz tonlar için JC Chorus seçeneği favorimizken, crunch ve kirli ama distorion kadar sert olmayan tonlar için seçtiğimiz model, Brit Combo. Aslen Vox AC30 modelinin simülasyonu olan bu seçenek, gain ve volume volume seçeneklerini ortalara kadar açtığınızda alternatif rock, grunge ve punk rock'a uygun kirli tonlar yaratabiliyor. Bu karakterin üzerine efekt biriminden phaser seçildiğinde çıkan tonların grunge akımına yakın duranlar tarafından çok beğenileceğine eminiz. Micro Cube'un distortion karakteri ise yine beklediğimizden oldukça kuvvetli çıktı ve özellikle solo partisyonlarında yarattığı çalım kolaylığı ile beğenimizi kazandı. 3 farklı distortion modellemesi içeren Cube'un en beğendiğimiz distortion seçeneği “Metal” adı verilen amplifikatör simülasyonu oldu. Gain'li, sustain'li ve küçük boyutlu cihazlarda alışık olduğumuz cızırtıyı ve güçsüzlüğü hissettirmeyen, karanlık bir distortion tonu yakalayan “Metal” seçeneği, özellikle adından da belli olduğu üzere metal ve hard rock müdavimlerini de tatmin edecek bir yapı sunuyor. Marshall amplifikatörleri modelleyen Classic seçeneğinde düşük gain'li kullanımlarda, 1970'lerin hard rock tonlarını andıran bir karakter yakalamak mümkün. Roland bu seçeneklerin yanı sıra Black Panel adı verilen Fender Twin Reverb modellemesi, R-Fier isimli Mesa modellemesi de sunuyor. Black Panel blues ve caz kullanımlarına, R-Fier ise bilindiği gibi daha sert tarzlara uygun bir yapı sunuyor. Yine de bize göre “Metal” seçeneğinin distortion tonları fazlasıyla tatmin edici. Tüm bu modellemelerin yanısıra mikrofon ile kullanım için bir seçenek de bizlere sunuluyor.



Efektler
Micro Cube RX modelinde bulunan 8 farklı amplifikatör modellemesinin yanısıra 6 da efekt yer alıyor. İlk iki efekt delay ve reverb'den oluşan ambiyans efektleri. Bu seçenek, bir tek düğme ile kontrol ediliyor ve reverb ile delay zamanlamalarını bu düğmeyi çevirerek ayarlamak mümkün. Sağa doğru çevirdikçe delay zamanları yavaşlarken, reverb kısmında bu hareket sesin daha da uzun süre reverb'e uğramasına yol açıyor. Hem reverb hem de delay efektlerini aynı anda kullanmak ise mümkün değil. Sol kısımda yer alan ve geri kalan 4 efekti üzerinde barındıran düğmeye, sırasıyla chorus, flanger, phaser ve tremolo efektleri atanmış durumda. Yine aynı mantıkla çalışan bu efekt birimleri, düğme sağa doğru çevrildikçe daha yavaş ve belirgin bir etkiye sahip oluyorlar. Bu efekt katındaki favori iki seçeneğimiz chorus ve phaser oldu. Özellikle phaser tonlarını Black Panel modelinin gain verilmiş haliyle kullandığımızda ortaya Alice in Chains ve Sound Garden vari tonlar çıktı. Bu efektlerin başarısında stereo imajın oldukça güçlü olmasının da payı büyük. Roland firması stereo imajı güçlü kılabilmek amacıyla bu küçücük cihazda çift power amp kullanıyor. Bu da cihazın hoparlörlerinin ikisine bir power amp düşmesi anlamına geliyor. Böylelikle daha geniş ve özellikle efekt kullanımında ortaya çıkan bir hacim duygusu kazanılıyor. Cube'da aynı zamanda üç bant EQ ve bir de ritm bölümü bulunuyor. Rim kısmında sadece metronom kullanımı yapılabildiği gibi, cazdan rock'a, blues'dan dans, latin ve pop müziğe kadar uzanan değişik ritmler de eşlik olarak kullanılabiliyor. Micro Cube RX'in üzerinde bir de akort cihazı yer alıyor. Böylece bu küçük cihaz, bir gitaristin ihtiyacı olan hemen her türlü aksesuarı da üzerinde barındırmış oluyor.

Sonuç
Roland Micro Cube RX, sanıldığı gibi sadece başlangıç seviyesinde olan ve muhtemelen ilk amplifikatörünü almak üzere olan son kullanıcıları değil, profesyonel ve her ortamda elektro gitar çalmak durumunda olan gitaristleri de hedefleyen bir ürün. Eski modeline kıyasla 4 hoparlörü, 8 farklı amplifikatör modellemesi ve 7 efekt birimiyle geniş bir ton yelpazesine sahip, ayrıca metronom ve akort cihazı ile de aksesuar olarak zengin bir içerik ile karşımıza çıkıyor. Tüm bu özelliklerinin ötesinde; küçük amplifikatörler segmentinde geniş ton yelpazesi ve bizlere yarattığı gerçek gitar çalım tecrübesi ile seri başı olmayı hakediyor.

İletişim ve fiyat
Zuhal Müzik tarafından ülkemize getirilen Roland Micro Cube RX, 758 TL'lik bir fiyat etiketine sahip. Amplifikatörü internet üzerinden www.muzikenstrumani.com adresinden de satın alabilirsiniz.

Saturday 22 August 2009

Sözlerin Ötesinde



Sözlerin, cümlelerin tıkandığı terde Gilmour, Strat'ını eline alır, daha önce içimizde olduğunu bile farketmediğimiz duyguları bir anda uyandırır. Konuşarak anlatılamayacakları Gilmour'dan daha iyi özetleyen varsa bile henüz rastlanmadı gezegenimizde. Marooned'un canlı performansı, Fender Stratocaster'ın 50. Yıl Kutlamalarında...

Thursday 20 August 2009

Katy Perry'nin gitaristi Patrick Matera'dan sahne sırları





Son bir yılın alternatif rock alanında en çok konuşulan ve dinlenen albümlerinden birine imza atmış Katy Perry, birçoklarına göre fazla şişirilmiş bir balon görüntüsünde. Ama eğer albümü alıp da baştan sona dinlerseniz aranjelerin, kayıtların, miks ve mastering'in son derece üst seviyede olduğunu anlayabilirsiniz. Bu kadar güçlü bir prodüksiyonun canlı performansının da hayal kırklığı yaratmaması gerekli. Katy'nin sahnede beraber çalıştığı yol arkadaşlarının son derece yetenekli ve birden fazla enstrümana hakim olabilmesi şart. Bu açıdan bakıldığında orkestranın lideri konumundaki Patrick Matera'nın sahne sırlarını araştırmak doğru olacak.


Katy'nin gitaristi Patrick Matera, distortion ve boost için T- Rex Moller pedalından faydalanıyor. Patrick, pedalı sürekli olarak açık tutuyor; yani %100 bir temiz ton hiç kullanmıyor. Sound'u daha temiz hale getirmek için pedal board'unun sağ kısmında yer alan volume pedalını kullanıyor. Patrick sololar ve riff’ler içinse, Moller'in boost kanalını kullanıyor. Bazen turne kapsamında farklı ülkelerde konser verirken kendi amplisini götüremediğinde, kiralama şirketinin ayarladığı amplilere göre drive tonunu da bu pedaldan aldığı oluyor. Ama drive karakterini beğendiği bir ampli olursa pedalı sadece boost özelliği için kullanıyor.

Amplifikatör

Patrick, amplifikatör seçimini genelde 30W'lık lambalı modellerden yapıyor. ABD turnelerinde SWART AMP firmasının kendisi için modifiye ettiği Swart Super Space Tone 30 kafa kabin modelini kullanıyor. İstanbul konserindeyse Vox AC 30 kullanmayı tercih etti. Swart modelinin power amp katında dört adet 6V6 veya alternatif olarak iki adet EL34 tüp kullanılıyor. Preamp katında ise üç adet 12AX7 bulunuyor.
Tremolo ve reverb efektlerine de sahip Space Tone 30, standart olarak 2X12 inçlik kabiniyle beraber sunuluyor. Kabinde kullanılan hoparlör Celestion G12M modeli. Swart Super Space Tone 30, seçilen tüplere göre 30-35W güç üretiyor. Cihazın canlı performans tonlarını duymak ve tasarımını detaylı incelemek için www.swartamps.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Katy Perry ise aynı amplifikatörün kendisi için tasarlanmış olan ve görsel olarak da Katy’nin genel konseptine uygun bir şekilde şeker dükkanından alınmışa benzeyen 20W'lık modelini kullanıyor.



Delay

Delay için sahnede T-Rex Replica modelini kullanıyor. Bu modeli seçmesindeki birinci sebep, oldukça hassas bir tap tempo, yani ayakla metronom özelliğine sahip olması. Tüm ayarlarını %50'de sabitlemiş durumda. Yani Replica modelini oldukça basit bir şekilde kullanmayı seçiyor. Öte yandan T Rex'in Reptile modelini de daha çok delay üzerinde oynamak, tona hacim katmak ve modülasyon efekti vermek için kullanıyor.

Patrick'in pedal board'u


Gitarlar

Patrick daha çok bir Gibson müzisyeni olarak dikkat çekiyor. İstanbul konserinde de dünya turnesinin diğer ayaklarında olduğu gibi bir Gibson SG 1961 Reissue, bir Gibson ES330 ve bir de Gibson Les Paul 1957 Reissue modeli kullandı. Daha büyük çaplı konserlerde ise sanatçı, balad ve yumuşak parçalarda Fender Telecaster kullanıyor. Katy ise pembe veya beyaz renkli Gibson Les Paul Studio modellerini iki veya üç parçasında kullanıyor.

İnceleme: BLADE RH4 Classic


Klasik Tasarım, Modern Teknoloji
BLADE RH4 Classic


Klasik bir Stratocaster tasarımına ne gibi modifikasyonlar yapılabilir? Gürültü yapmayan manyetikler, humbucker, akort kilidi, abanoz sap… Peki ya 3 bantlık bir EQ devresine ne dersiniz? Klasik tasarımının altında kullanıcıya keşfedilmeyi bekleyen geniş bir ton yelpazesi sunan Blade RH4, ayrıntılı inceleme için Sound Dergisi stüdyosundaydı.

“Dünyanın en çok bilinen, en fazla hayranı olan ve belli bir müzik tarzı yaratmakta neredeyse tek başına bir misyon edinmiş olan gitarı hangisidir” diye sorulsa, bir çoğumuz fazla düşünmeden refleks olarak gitarist jargonuna kısaca “Strat” olarak geçmiş olan Fender Stratocaster cevabını veririz. Son yıllarda ürün gamını oldukça genişletmiş ve bazı sıkı hayranlarınca Amerikan Standart versiyonlarının eski kalitesini yakalayamadığı konusunda eleştirilmiş olsa da Stratocaster hala en çok aranan ve gitar üreticileri arasında da en çok klonlanan enstrümanların başında yer alıyor. Strat fanatiklerinin en büyük hobilerinden birisi de bu yalın enstrümanı -Amerikalılar’ın da çok sevdiği gibi- custom hale getirmektir. Farklı manyetikler, kilit sistemleri, değişik köprü ve sap denemeleri, eskitme denemeleri gibi sadece hayal gücünüzle sınırlı olan her türlü denemeyi kaldırabilen Stratocaster, bu açıdan dünyadaki diğer üreticilere de ilham vermeye devam ediyor. Bu ay test sayfalarımıza konuk olan enstrüman, anlattığımız modifikasyonlardan tatminkar bir şekilde nasibini almış ve orijinal bir çok değişimler içeren son derece yenilikçi bir gitar: Blade RH4 Classic. Blade markasının amiral gemisi olan bu model ilk bakışta standart bir Strat’tan tasarımsal anlamda, köprü kısmındaki humbucker’ı, abanoz klavyesi, altın renkli aksamı, tek ton kontrolü ve kilitli kulaklarıyla ayrılıyor. Gitar, renk seçenekleriyle de farklılığını ortaya koymakta zorlanmıyor: Mor, şeffaf kırmızı, vişne, okyanus mavisi ve bal rengi seçenekler dahilinde sunuluyor. Bizim ekip olarak favorilerimiz ise mor ve okyanus mavisi seçeneklerinden yana oldu.

İlk bakış
Ülkemize Pluto Müzik tarafından getirilen Blade RH4, dişbudak ağacından (ash) bir gövdeye, akçaağaç sapa ve abanoz klavyeye sahip. 320 mm’lik radius’a sahip sap, Amerikan Standart Stratocaster’ların 241 mm’lik ölçüsünden daha geniş bir yapıya sahip. Bu özellik çalım sırasında sapın genişliğinin de hissedilmesine yol açıyor. Ama alışıldığında oldukça rahat bir hale gelen RH4’ün abanoz klavyeye sahip olması da enstrümanı sustain konusunda iddialı bir konuma getiriyor. Öte yandan bazı kullanıcıların abanoz klavye ile rahat olamayacakları muhakkak ama Blade’in modern vurgularından birisi de bu zaten. Perde demirleri ise jumbol ölçülerinde. Enstrümanın köprü sisteminde Falcon marka tremolo kullanılıyor. Patentli olarak üretilen bu köprü, görünüm ve ton olarak eski model enstrümanlarda bulunan köprü sistemlerini andırırken, içerdiği çift blok teknolojisi sayesinde gitarın akordunu bozulmadan tutmayı başarıyor ve sustain konusunda da enstrümana katkıda bulunuyor. Blade'in üzerinde iki single manyetik bulunuyor. Köprü kısmında ise bir adet humbucker'a sahip. Single'larda Levinson imzalı V3 gürültü yapmayan (noiseless) manyetikler kullanılırken humbucker seçimi ise LH-55 Classic modelinden yana kullanılmış. Humbucker'ı aynı zamanda ton knob'una basarak single'a düşürmek de mümkün.

Çalma zamanı
Blade RH4'ü dergimizin stüdyosunda bulunan bir adet Marshall Silver Jubilee Slash Signature kafa, bir adet Laney VC50 lambalı kombo amplifikatör, 1996 model Peavey Classic 30 kombo amplifikatör ve bu amplifikatörlerün önünde booster olarak kullandığımız Vox Big Ben Overdrive ve Boss OD3 pedalları ile kullanma şansımız oldu. Testimiz sırasında kullanma şansı bulduğumuz farklı karakterdeki amplifikatörler sayesinde Blade'in farklı müzikal tarzlardaki performanslarını da inceleme fırsatını yakaladık. Marshall Silver Jubilee ile başladığımız testimizin daha ilk notasında bir şeylerin doğru olmadığı gün gibi ortadaydı. Zira enstrümandan çıkan ses son derece kapalı, sustain'siz ve Marshall'ın gevrek karakterini yansıtmaz bir durumdaydı. En iyisinin Blade'in kutusundan çıkan kullanma kılavuzuna başvurmak olduğunu düşündük ve bu yaklaşımımızın ne kadar doğru olduğunu hemen anladık. Zira enstrümanın en büyük özelliği olan VSC devresinin nasıl kullanılacağını ancak bu şekilde net bir şekilde öğrenmek mümkün olabiliyor. Öncelikle istediğiniz karakterin nasıl bir tonal yelpazede olduğunu, çalacağınız parçanın ne karakterde olduğunu aklınızda netleştirmeli ve ondan sonra elinize küçük bir yıldız tornavida alıp gitarın arka kısmındaki üç modlu devre sisteminden ayarlamalara başlamalısınız. Sözü fazla uzatmadan VSC devresinin özelliklerini ve Blade'in tonlarına yaptığı değişimlerden bahsetmek istiyorum.

VSC devresi ve tonal zenginlik
Variable Spectrum Control kelimelerinin kısaltılmış hali olan VSC birimi sayesinde Blade RH4'ün tonlarını farklı bir çok karaktere büründürebilmek mümkün. Gitarın arka kısmında yer alan bu devre sistemi, üç seçeneğe sahip. Sap yukarıya bakarken en solda yer alan vida mid frekansları, ortada kalan tizleri ve en sağda konumlandırılmış vida ise bas tonları kontrol etmemizi sağlıyor. Gitarın kutusundan da çıkan bizi yönlendiren ton kartına göre funk ritmlerine uygun olabilecek, patlak ve parlak tonlar için yapmamız gereken, tiz ve bas seçeneklerini sonuna kadar açıp mid seçeneğini kısmak. Öte yandan bu kart bize çok sert rock tonlarından caz karakterlerine kadar ulaşan geniş bir yelpazenin yolunu açıyor. Kısaca özetlemek gerekirse VSC sistemine enstrümanın üzerine monte edilmiş bir nevi high pass, low pass filter görevi gördüğünü söyleyebiliriz. VSC devresini istediğimiz zaman kullanımdan çıkartabilmek de mümkün. Bunun için yapılması gereken manyetik swicth'i ve volume düğmesi arasına konumlandırılmış küçük düğmeyi aşağı itmek. Bu durumda enstrümanın manyetiklerinin orijinal tonlarını duymak mümkün oluyor. Ama VSC sisteminin verdiği imkanlardan faydalanırken enstrümanın çıplak sesine pek gerek kalmadığını da hatırlatmakta fayda var. Bizim ekip olarak favori seçeneğimiz Laney VC50 amplifikatörle kullanırken yakaladığımız hafif drive'lı tondu. Bu sound Andy Timmons'ın da sıklıkla kullandığı SRV karakterine benzer ama biraz daha drive'ı artmış bir gitar tonu; uzun saatler boyunca deneme yanılma yoluyla yakaladığımız bu sound, bas seçeneği ortada konumlanırılmış durumda, tizler sona yakın, midler ise hemen hemen kapalı şekilde konumlanmışken Vox Big Ben pedalı ile destekleyerek yakaladığımız bir tondu. Daha sert karakterli tonlara çıkmak için humbucker'da konumlanmış manyetiği VSC devresinden midlerle desteklemek, tiz ve basları ortanın biraz altına almak gerekiyor. Bu şekilde karşımıza 1980'li yılların hard rock parçalarını andıran bir karakter çıkıveriyor. Tüm bu anlatılanları sadece Blade ile değil, gitarın yanı sıra kullandığımız amplifikatörler ile de kombinasyonlar yaratarak ortaya çıkardığımızı hatırlatmakta fayda görüyorum. Zira elimizde Blade gibi s komplike ve profesyonel bir enstrüman varken profesyonel olmaktan uzak bir amplifikatör ile ton çıkartmaya çalışmak gitara haksızlık olacaktır.

Ergonomi
Blade'in daha önce de bahsetmiş olduğumuz abanoz klavyesi ve geniş tutulmuş radius'u, onu ilk başta alışılması gereken bir gitar haline getiriyor. Fakat sapın karakterine alışıldığında akıcı olmak ve akıldakileri enstrümanın üzerine yansıtmak bir problem olmaktan çıkıyor. Blade'in manyetik ve VSC devresi dışındaki tonlarının da dengeli ve sorunsuz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle crunch tonlarda yapılan arpejler, kalitesi belli bir noktada tıkanıp kalmış gitarlarda bulanık ve karışık bir ton olarak karşımıza çıkarlar. Burada ise tek tek notaları duyduğumuz, armonileri hissedebildiğimiz bir enstrüman ile karşı karşıyayız. Abanoz sap konusunda incelemeler sırasında benim herhangi bir sıkıntım olmadı. Zira yıllardır abanoz saplı bir enstrümana sahibim. Ama Fender'in çalım hissiyatını yakalamak için Blade'in bu modeline gül ağacı ve akçaağaç seçeneklerini eklemesi de bizce şart.

Rakipler
Sizce Blade, RH4 klasik modeliyle hangi gitarları rakip olarak gözüne kestiriyor? Bu soruyu sorduğumuz bir çok müzisyen hiç düşünmeden Fender Stratocaster cevabını verdi. Ama biz bu konuda daha farklı bir düşünceye sahibiz. Bizce RH4 modelinin direkt rakibi Ibanez'in Joe Satriani serisi olan JS 1000 modeli. Bu tezi desteklemek için öne sürebileceğimiz argümanlar arasında her iki gitarın da çok geniş bir tonal yelpazeye sahip olması, vintage gitar tonlarının yanı sıra son derece modern tonları da başarıyla ortaya çıkartabilmeleri ve klasikleşmiş elektro gitarlardan farklı bir takım teknolojilere sahip olmalarını gösterebiliriz. Ibanez JS 1000 modelinde de single'a düşürülebilen humbuckerlar ve high pass filtre sistemi bulunuyor. Öte yandan Blade'in kilit sisteminin bize göre Ibanez'den daha kullanışlı olduğunu da Ibanez hayranlarına üzülerek bildirelim. Enstrümanın diğer doğal rakipleri arasında Music Man modelleri, GnL'ler ve tabi ki Fender Stratocaster da bulunuyor.

Sonuç
Eğer sürekli kayıtlarda veya konserler çalan ve yanınızda birden çok gitar taşıma zorunluluğu hisseden bir gitar emekçisiyseniz, artık bir tek gitar ile hemen hemen aradığınız tonların çoğuna ulaşabileceksiniz. Sert humbucker tonlarından gümbürdeyen indie rock sound'larına, cazdan klasik blues tonlarına kadar yaratıcılığınızı ve zamanınızı ayırmanızla doğru orantılı olarak bir çok ton Blade'in karakterinde sizi bekliyor. Ama unutmadan ekleyelim; doğru ton her zaman düzgün bir tuşe ve iyi bir müzik bilgisiyle, yani gitara ayırmış olduğunuz mesainin yoğunluğu ile doğru orantılıdır. Profesyonel gitaristlerin mutlaka denemeleri ve keşif yapmalarına deyecek bir enstrüman RH4 Classic. Ülkemize Pluton Müzik tarafından getirilen gitarın satış fiyatı ise 1700 Dolar olarak belirlendi.

Wednesday 19 August 2009

Akustik Mucize: Andy McKee - Guitar Drifting



Youtube'da en çok izlenen gitar videosunu merak ediyor musunuz? İşte karşınızda: Andy McKee'nin Guitar Drifting şarkısının canlı performansı. Akustik gitar çalanların yakinen bildikleri bir sanatçı olan Andy, Candy Rat Records plak şirketiyle çalışıyor ve İngiliz müzisyenin yayınlanmış dört albümü bulunuyor. Ruhunuzun dinlenmesi ve temizlenmesi için müziği ilaç gibi kullananlardansanız www.candyratrecords.com adresinden satın alabileceğiniz bu mükemmel albümleri sakın kaçırmayın.



Strat King: Thomas Blug-I'll Be There



2006 yılında Frankfurt Musik Messe'de tanışma ve canlı dinleme fırsatı bulduğum Alman müzisyen Thomas Blug, 1961 Strat'ı ile 2004 yılında Fender tarafından düzenlenen Strat King of Europe ödülüne sahip olmuştu. Canlı izlenmesi gerçekten etkileyici bir gitarist olan Blug, aynı zamanda Hughes and Kettner amplilerinin de en popüler yüzlerinden birisi olarak tanınıyor. www.thomasblug.de adresinden diğer şarkılarına ulaşmak da mümkün.

Dünya Dışı Yaşam: Jeff Beck



Bir Fender Strat ve Marshall amplifikatör ile maksimum neler yapılabilir sorusunun cevabı niteliğinde bir canlı performans Jeff Beck'ten. Bence yaşayan en ileri rock müzisyenlerinden biri olan Beck, kimilerince hakettiğinden uzak bir popülerlikte olsa da ben, bu durumun kendi seçimi olduğunu düşünüyorum. Ronnie Scott's Jazz Club'ta verdiği 2007 konserinde meşhur "A Day In The Life" parçasını çalıyor. Tal Wilkenfeld - Bass + Jason Rebello - Keyboard + Vinnie Colaiuta - Davul

Dünya Hız Rekoru



2008 yılında Tiago della Vega kardeşimiz, dünyanın en hızlı gitaristi olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na adını altın harflerle yazdırmıştı. Rekoru kırmak için Flight of the Bumble Bee eserinin seslendirilmesi gerekiyordu. Bu zorlu eser 320 bpm'de nasıl duyuluyor merak ediyorsanız tam size göre bir çalışma. Birisi Yngwie Malmsteen mi dedi?

Saturday 15 August 2009

Gibsonlarımız Öksüz Kaldı



Modern Müziği Yönlendiren En Büyük Dehalardan Birisi Artık Yok: Les Paul

Tüm gitar aşıklarının başısağolsun, artık Gibson Les Paullerimizin babası yok. 94 yaşında zatüre hastalığından hayatını kaybeden Les Paul, dünyanın en meşhur enstrümanlarından birinin isim babasıyken aynı zamanda modern müziği şekillendirecek, üretim ve tüketim mantığını tamamen değiştirecek olan çok kanal kayıt sisteminin de mucitiydi. Les Paul, çok kanallı kayıt sistemini geliştirerek, müzisyenlerin farklı enstrümanları farklı zamanlarda kaydedebilmelerini sağlamış ve kayıt teknolojisinde çığır açmıştı. 2. Dünya Savaşı’nın bittiği dönemde, müzisyenler parçaları tüm enstrümanları aynı anda çalarak kaydediyorlardı. Les Paul’ün bulduğu sistem, enstrümanların tek tek kaydedilmesine ve daha sonra bu kayıtların birleştirilmesine olanak tanıyordu. Sesle ilgili ilk çalışmasına 13 yaşındayken imza atan ve ses düzeyinin beğenmediği akustik gitarında değişiklikler yapan Les Paul, elektro gitarın gelişimine de büyük katkı sağladı. 1940’da ses sistemleriyle ilgili çalışmalarından biri sırasında elektrik çarpmasının ardından ölümden dönen Les Paul, 1948’de de çok ciddi bir trafik kazası geçirmiş, müzisyenin sağ kolu ve dirseği kırılmıştı. (aa)

Ibanez JS 1200L ve JEM7VL Solak Modelleri



Biraz Geç Olsa da
Satriani ve Steve Vai... Modern zamanın gitar kahramanları olarak adlandırılan bu ikilinin tüm dünyada milyonlarca fanı bulunuyor. Her ikisinin de model ismi verdikleri gitarlar, gitar askıları, penalar, amplifikatörler ve gitar ile ilgili aksesuarlar milyonlarca satarken, Japon üreticinin küçük(!) bir detayı atlamış olduğunu biz yıllardır söylüyorduk zaten: Solak müzisyenler. Ibanez'in amiral gemisi olarak görülen bu iki modelin solak versiyonlarının olmaması ve bunca yıldır seri üretime geçilmemiş olması, solak müzisyenlere bizce büyük bir ayıp. En sonunda Ibanez firması bu iki harika gitarın solak versiyonlarını da seri üretme kararı aldı ve buna solak gitaristlerin ilgisinin büyük olduğunu şimdiden söylemek mümkün. Her iki enstrüman da standart versiyonlarındaki özelliklerin aynılarına sahipler.

JEM7VL
Renk: Beyaz
Gövde: Kızılağaç (Alder)
Sap: 5 parça akçaağaç/ceviz
Sap skalası: 25.5/JEM Prestige
Perde Sayısı: 24
Klavye: Gül ağacı (Rosewood)
Perde simgeleri: Sedef kakmalı
Köprü: Edge Pro Bridge
Aksesuar rengi: Sarı
Sap manyetiği: DiMarzio® Evolution® DP158
Orta manyetik: DiMarzio® Evolution® DPS1
Köprü manyetiği: DiMarzio® Evolution® DP159

JS1200L
Renk: Kırmızı
Gövde: Ihlamur (Basswood)
Sap: Akçaağaç
Sap skalası: 25.5
Perde Sayısı: 22
Klavye: Gül ağacı (Rosewood)
Perde simgeleri: Nokta şeklinde, deniz kabuğu malzemesinden
Köprü: Edge Pro Bridge
Aksesuar rengi: Sarı
Sap manyetiği: DiMarzio® PAF-JOE®
Köprü manyetiği: DiMarzio® FRED®

Friday 14 August 2009

John Mayer Live-Belief

John Mayer'ın Channel 4'da yayımlanan "Live From Abbey Road" programında gerçekleştirdiği canlı performansı.

Thursday 13 August 2009

Justin Derrico, Bogner Alchemist tanıtımı



Daha önceki videoda da yer alan Pink'in gitaristi Justin Derrico'nun Bogner Alchemist amplifikatörleri için gerçekleştirdiği bir performans. Justin burada Gibson® Les Paul gitar, Bogner Alchemist™ kafa ve Bogner 4X12 kabin kullanıyor. Cry Baby® de wah'ın modeli.

Pink'in gitaristi; Justin Derrico, Colossal firmasının yeni kablolarını test ediyor

Eğer pink'in Wembley Arena konser DVD'sini izlediyseniz gitaristin kim olduğunu çoktan öğrenmişsinizdir. Kaliforniya'da yaşayan ve son yılların en çok dikkat çeken yeteneklerinden biri olan Justin Derrico, bu videosunda Colossal firmasının kablolarını test ediyor.

Pedal Testleri: Xotic Effects BB Preamp, BB Plus, AC Booster, RC Booster


Butik Pedal Koleksiyonu
Xotic Effects BB Preamp, BB Plus, AC Booster, RC Booster

Yıllardır sadece yurtdışı fuarlarda dinleme imkanı bulduğumuz ya da videolarını izlediğimiz Xotic markasının en çok tutulan dört modeli artık ülkemizde. Son derece transparan ve ne gitarın ne de amplifikatörün karakterini bozmadan varolan sesi sıcak ve boost edilmiş bir hale getiren bu serinin ilk örneklerini test için stüdyomuza konuk ediyoruz.

Gitar ekipmanları ve özellikle pedallar konusunda ciddi bir merakınız varsa, bir şekilde mutlaka Xotic markasını duymuşsunuzdur. Özellikle Andy Timmons, Greg Howe, Steve Lukather, Scott Henderson, Blues Saraceno, Eric Johnson ve Robben Ford gibi isimlerin boost ile overdrive tercihlerinde ilk sırayı alan bu modellerin en büyük özellikleri görevlerini gitar ve amplifikatörün genel karakterini bozmadan yerine getiriyor olmaları. Özellikle ağırlıklı olarak canlı performanslarda çalan gitaristlerin içlerine sinen bir drive ve boost pedalı edinmelerin bazen yıllar sürebiliyor. Sık sık karşılaşılan problemlerin başında ise binlerce dolarlık gitar ve amplifikatör karakterlerinin serinin en zayıf halkası olan pedallar yüzünden karakterini yitirmesi geliyor. Bu ekipmanlara belli bir fiyat skalasının üzerindeki modelleri bile maalesef katmak mümkün. Bu yüzden profesyonel gitar müzisyenleri yıllardır hep alıştığımız ve artık ülkemizde endüstri standardı olarak kabul edilen belli bazı marka ve modellerin takipçisi olmak durumundaydılar. Yurtdışında ise bu durum hem bizim gibi hem de bizden çok farklı. Şöyle ki: Mükemmel ton arayışı elbette hayat boyu devam eden bir kavram; öte yandan olabildiğince transparan ve tonu bozmaktan çok tona katkıda bulunan cihazlar Avrupa ve Amerika’da da peşinden koşulan, aranan ürünler olarak dikkat çekiyor. Ama farklı olarak o pazarlarda seçme şansı ve tercih kullanma olanağı son derece geniş ve ülkemizde endüstri standardı gibi aklımıza takılmış bir çok marka ve model o pazarlarda tercih edilmeyebiliyor. Butik pedal pazarı da bu sayede Avrupa ve Amerika’da gittikçe güçlenen bir endüstri haline geliyor. Xotic firması, işte tam da bu noktada adından bahsedilmesi gereken bir marka olarak dikkat çekiyor. İlk olarak 2006 yılında California’da düzenlenen NAMM Show’da kullanma ve Andy Timmons’ın set up’ında detaylarını bizzat sanatçının kendisinden öğrenme şansı yakaladığım BB Preamp modeli, o günden beri hep aklımda kalmıştı. Andy Timmons’ın pedal board’unda yer alan kendi deyimiyle “my favourite” yani en sevdiği cihaz olan BB Preamp, sanatçının crunch tonlarının yaratılmasında da başrolü oynuyor. Andy Timmons’ın hem canlı performanslarında hem de stüdyo kayıtlarında kullandığını belirttiği BB Preamp’in yanı sıra BB+ da testimize katılan cihazlar arasında. İsterseniz sözü fazla uzatmadan ilk önce overdrive pedallarıyla testimize başlayalım...

BB Preamp
Daha önce de belirttiğimiz gibi Andy Timmons’ın cruch tonlarının yaratılmasındaki başrol oyuncusu olan BB Preamp,oldukça sade ve kolay kullanıma sahip bir overdrive, booster pedalı. Üzerinde gain, volume, bas ve tiz ayarları bulunan pedal, kırmızı renkli tasarımıyla da göze hoş geliyor. 9V’luk bir pil (pedalın içinden çıkıyor) veya ekstra olarak adaptör ile de kullanabilen BB Preamp, tasarım olarak alışageldiğimiz pedal özelliklerini sunuyor. Sağ kısımda gitar girişi, sol tarafta ise çıkış bulunuyor. Pedalı aktif hale getiren switch ise son derece dayanıklı çelikten imal edilmiş ve kullanırken son derece güven telkin ediyor. Testimiz sırasında bir 1990’lı yıllardan kalma bir Peavey Classic 30 lambalı amplifikatör, 1972 model bir Fender Mustang, bir Ibanez Joe Satriani modeli ve bir de G&L Classic Custom Semi-Hollow gitar kullandık. Öncelikle amplifikatörün temiz kanalına G&L’i bağladık ve BB Preamp’in boost karakterini test ettik. Gain saat 9 istikametinde, volume ise saat 12 yönündeyken ortaya çıkan ton farklı gerçekten şaşırtıcıydı. Classic 30’un normalde son derece derin bulduğumuz temiz kanalının bu kadar geniş tınlayabileceğini daha önce düşünmemiştik açıkçası. Gerçekten bir pre amp gibi sadece Peavey’i boost edip sesin genel karakterini hiçbir şekilde bozmayan pedal, aynı zamanda G&L’in üzerindeki P90 karakterli manyetiğin de ses rengini iyice belirgin kılmayı başardı. Karanlık, hacimli ve bir single’a göre daha güçlü karakterdeki P90, BB’nin tiz düğmesinin biraz açılmasıyla tam bir ritm ve arpej dostu yapıya büründü. BB’nin boost özelliği, +30dB’ya varan değerlere kadar çıkabiliyor ki bu da amplifikatörün natürel overdrive’a girmesini oldukça kolay bir hale getiriyor. BB Preamp’in overdrive karakterini test etmek için ise bu sefer Ibanez JS 1000’i kullandık. Volume düğmesi saat 8 yönündeyken gain’i saat 2 kısmını gösterecek kadar yükselttik. Ortaya çıkan ton karakteri, piyasada kullanmış olduğum onlarca overdrive pedalının aksine son derece akıcı çalınabilen, inanılmaz transparan ve sustain’li, bir çok açıdan sanki modifiye edilmiş Ibanez TubeScreamer’ı andıran bir yapıdaydı. Özellikle köprü kısmındaki manyetikle çalarken pedalın ortaya çıkarttığı armonikler, gitarın alt ve üst frekanslar arasındaki balansını daha da belirgin hale getirirken, BB Preamp’in tiz ve bas ayarları, enstrümanın akor basımlarındaki tüm notalarını kulaklarımıza sıfır hatayla iletmeyi başarıyordu. Blues, caz ve rock tonlarını başarıyla verebilen BB Preamp’i bir de çok alışık olunmayan bir gitar ile test ettik: 1972 Fender Mustang. Çok zayıf manyetiklere, kısa bir skalaya sahip bu enstrümanın ton karakteri indie rock olarak tabir edilen janra oldukça uyan bir yapıda. Her amplifikatörle yıldızı barışık olmayan yaşlı Mustang’in neyse ki Peavey Classic 30 ile arası oldukça iyi. BB Preamp’in crunch tonlarını Mustang’in yırtıcı karakteriyle birleştirdiğimizde ortaya çıkan tonu örneklemek gerekirse Franz Ferdinand’a benzettiğimizi söyleyebiliriz. Kısacası alternatif rock ve indie tonlarında da BB Preamp ilk seçenek olmayı fazlasıyla hakediyor. BB Preamp, sanki amplifikatörün kendi tonunu kullanıyormuşuz gibi natürel ve kaliteli tonlara sahip bir overdrive-booster pedalı.

BB Plus
BB Serisi’nin büyük kardeşi olarak nitelendirebileceğimiz Plus modeli, BB Preamp’den farklı olarak çift kanal bir pedal olarak dikkat çekiyor. Genel kanı, iki BB Preamp pedalının birleşimi gibi olsa da aslında bu bakış açısı doğru değil. Evet Plus’ın içindeki çip kombinasyonu BB ile aynı ama cihazın üzerindeki EQ ve kompresörler bu modelin BB’den farklı olmasını sağlıyor. İlk bakışta alışık olmadığımız üzere bir çok irili ufaklı düğme ile karşılaştığımız Plus, en çok orta kısmında bulunan üç küçük düğmesi ile dikkat çekiyor. Bu düğmelerden en sol ve en sağdakiler ilgili kanalların kompresör karakterini belirliyor. Düğmeye basıldığında sert bir kompres uygulanırken düğmenin dışarıda durması yumuşak kompresör karakterini aktif hale getiriyor. Kompresör seçeneğini bütünüyle devre dışı bırakmak ise mümkün değil. Aslında tasarımcılar tüm kompresör devresini kapamayı sağlayan bir seçenek de sunabilirlermiş. Benim kişisel tercihim kendi seçtiğim ekstra bir kompresör pedalını bu sisteme dahil etmek şeklinde olabilirdi. BB Plus’ı kullanırken daha çok yumuşak kompresörü tercih ettim. Sol bölümde bulunan “A kanalı”nda, Boss OD3 ve Ibanez TubeScreamer pedallarında da gördüğümüz şekilde, orijinal BB Preamp’den farklı olarak bir tek ton düğmesi bulunuyor. Sağ tarafa doğru tiz, sol tarafa doğru bas karakter veren bu düğme ile istediğimiz tonu yakalamak gayet kolay. Karakter olarak bakıldığında BB Preamp’den biraz daha sert bir ton ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Gain seçeneğinin ortaya çıkardığı sertlik, BB Preamp’den daha şiddetli bir şekilde etki ediyor. Yine de bu kanalın BB Preamp ile oldukça benzer bir karaktere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Pedalın solunda yer alan “B kanalı” bas, tiz ve mid düğmelerine de sahip. Diğer BB pedalında gördüğümüz tasarıma yer veren bu ikinci kanalı istersek asıl drive pedalımız istersek de boost pedalımız olarak kullanabiliyoruz. Ton karakteri olarak daha modern tınlayan B kanalı, daha çok sert karakterli sololar için tercih edilebilir. Odak noktamızın hangi kanal olacağını belirlemek için pedalın tam ortasındaki küçük düğmeyi kullanıyoruz. Bu düğme basılıyken A kanalı, dışarıdayken de B kanalı daha güçlü duyuluyor. Kısaca özetlemek gerekirse ortadaki düğmeye bastığımızda B kanalını ritm partisyonları veya amplifikatörümüzün temiz kanalını boost etmek için, A kanalını ise sololar ve B kanalını da boost etmek için kullanıyoruz. Bu noktada aklıma takılan ve tasarımsal olarak beni rahatsız eden bir detayla karşılaşıyorum. Bir kanaldan diğer kanala direkt olarak geçememek, yani drive karakterimi tonu boost etmeden gerçekleştirememek bence bir eksiklik. Örneğin A kanalında çalıyorsunuz ve tonunuzu sadece biraz değiştirmek, sadece B kanalını aktif hale getirmek istiyorsunuz. Akla gelen ilk hareket doğal olarak B kanalının düğmesine basmak olacaktır. Ama yanıldınız. Bu durumda iki kanal da aynı anda aktif hale geliyor ve eğer ayarlarınızı çok iyi yapmadıysanız ses seviyesi bir anda beklenmedik şekilde artıp sertleşebiliyor. Sadece bir kanaldan diğerine geçmek için önce pedalı kapayıp sonra diğer kanal düğmesine basıp ilgili kanalı tekrar aktif hale getirmek gerekiyor. Öte yandan iki pedalı ayrı ayrı kullanmak yerine birini sürekli kullanıp diğerini sadece boost etme amaçlı devreye sokmak, BB Plus’ın tasarımına da daha uygun bir kullanım yolu. Ben A kanalını ana kullanım birimi olarak kabul edip B kanalını sadece boost amaçlı olarak devreye soktum. Ton karakteri olarak daha sert, tizleri daha belirgin ve daha etli bir karakter sunan Plus, bir pedal board üzerinde farklı farklı drive’lar kullanmak yerine, tek bir cihazla üst sınıf butik kalitesine ulaşıp, iki farklı pedalın kullanım yelpazesine de sahip olmayı mümkün kılıyor. Plus modeli de hem 9V’luk pille hem de adaptörle çalışabiliyor.

Boost Pedalları
Xotic firmasının ülkemize ithal edilen iki de boost pedalı bulunuyor: AC Booster ve RC Booster. AC modeli daha çok drive karakterli yani daha sert bir yapıdayken RC Booster bir clean booster özelliğine sahip. her iki model de renkleri hariç tasarım olarak bire bir aynı yapıdalar. BB Preamp’in de tasarımını paylaşan Booster ailesi, tasarım dışındaki özellikleriyle de BB’nin özelliklerine sahip. Dört düğmeden oluşan pedallarda aynı şekilde gain, volume, bas ve tiz ayarları sunuluyor. Ama tasarımsal bu aynılık, ses karakterlerinde ortaya çıkacak ciddi farklara engel değil.

AC Booster
Renginden de anlaşılacağı üzere Booster serisinin sıcak kanlı üyesi olan AC, karakter olarak kardeşi RC’den çok BB Preamp’i andırıyor. Overdrive’a girmiş amplifikatörleri daha da zorlamak ve sesi belirgin şekilde hacimlendirip, ısıtmak amaçlı kullanılan AC, bu görevi layığıyla yerine getiriyor. Boost amaçlı kullanılan bir çok pedalın aksine oldukça natürel duyulan bu cihaz, Ibanez TubeScreamer (TS) 808 ve eski Japon üretimi Boss OD3 pedallarını andıran bir yapıya da sahip. TS ile kıyaslandığında alt frekansların daha güçlü ve genel ses hacminin de daha fazla olduğunu söylemek mümkün. Kesinlikle sert bir distortion hissiyatı içermeyen bu pedal aksine eski stil bir drive karakterine, sıcak ve son derece etli bir sound’a sahip. Çalım olarak tamamen kompressiz ve tuşeye son derece duyarlı bir yapıda olan AC, BB Preamp ile de son derece uyumlu bir karakter sergiliyor. G&L Classic Custom Semi-Hollow gitar ve Peavey Classic 30 ile gerçekleştirdiğimiz testimizde özellikle Telecaster tasarımlı G&L’in köprü pozisyonundaki ton karakterinin AC Booster ile gösterdiği uyuma hayran kaldık. Son derece dinamik, sert tuşeye çok duyarlı ve seri çalımlara uygun bir karaktere bürünen AC Booster, bu açıdan bakıldığında Telecaster tasarımlı bir gitar ile kullanıldığında Rchie Kotzen vari tonlara yaklaşıyor. Tonunda natürel bir hacim, sıcaklık ve akıcılık isteyen, ama sert tonlardan uzak durmak isteyen kullanıcılar için piyasadaki en iyi seçeneklerden biri olarak dikkat çekiyor.

RC Booster
Serinin en sakin üyesi olan RC Booster modeli, beyaz renkli tasarımıyla da kimliğini ele veriyor: Yumuşak, temiz ve transparan... Tam da tasarımından beklendiği şekilde asıl görevi olan clean boost işlevini mükemmel bir şekilde gerçekleştiren RC, gitar ve amplifikatörünüzün karakterini inanılmaz bir şekilde destekliyor ve ortaya şu ana kadar çok az pedalda rastladığımız bir hacim çıkıyor. Eğer iyi bir gitar ve kaliteli bir amplifikatöre sahipseniz RC ile desteklendiğinizde yeni bir müzikal kapı açmış gibi hissedeceksiniz. Temiz ampli kanalının üzerine RC ile boost edildiğinde çok hafif bir cruch tona ulaşıp, desibel olarak ise +20’ye varan bir artışa sahip olabiliyoruz. RC’yi tercih edecek müzisyenlerin tuşe ve çalım olarak kendilerine güvenmeleri ilk şart. Zira çalınan her bir nüansı gün gibi ortaya çıkartan yapısı ile müzisyenlerin tüm eksik yanlarını da boost etmiş oluyor. Özellikle İngiliz karakterli amplifikatörlerle harika bir iş çıkarttığını düşündüğümüz RC, arpejler, ritm partisyonları ve temiz kanalda çalınan riffler ile sololar için ideal bir ürün olarak dikkat çekiyor.

Sonuç
Ülkemize Pluton Müzik tarafından getirilen Xotic ürünleri, butik pedallar ile ciddi bir şekilde ilgilenen profesyonel, yarı profesyonel tüm gitaristleri yakından ilgilendirmesi gereken cihazlar. Pluton Müzik firmasının kurucusu ve sahibi Olay Andaç ile yaptığımız kısa söyleşide Xotic’lerin fiyatlandırma politikasının da yurtdışına yakın olacağını ve böylece kaliteli ekipmana ulaşmak konusunda müzisyenlerin önünün açık olacağını da öğrenmiş olduk.
Sıra geldi günün sorusuna: Sound Dergisi olarak bu müthiş dörtlüden tercihimizi hangisinden yana kullandık ve neden? Cihazları günlerce aralıksız bir şekilde kullandığımdan dolayı hepsinin karakterine artık rahatlıkla alışmış durumdayım. Benim sübjektif yargım ise BB Preamp ile RC Booster’dan yana. Her dört model de birbirinden farklı ve kendi artılarına sahip olsalar da BB Preamp hem yalın ve hedefe odaklı olması, hem de müthiş transparan overdrive tonları ile, RC Booster ise mükemmele yakın temiz tonlarından ve crunch karakterinin akıcılığından beğenimi kazandı. Tüm faktörlerin yanı sıra bu iki modelin birbiriyle uyumu da diğer pedalların kombinasyonlarından bir ölçek ötedeydi. BB Plus’ın kompresör kısmının iptal edilmemesi, iki kanal arasında geçişleri çok pratik bulmayışım mükemmele yakın bir çift kanallı drive pedalı olmasına rağmen BB Plus’ı seçmeyişimin nedeniydi. AC Booster modeli ile BB Preamp arasında oldukça zorlandığımı, BB Preamp’in daha sert tonları da verebiliyor olmasını artı bir puan olarak düşündüğümü de eklemeliyim. Cihazların ton karakterlerini ve ürün test videolarını www.xotic.us adresinden takip edebilirsiniz.

Not: Bu yazı, Sound Dergisi'nin Haziran 2009 sayısında yayımlanmıştır.