Thursday 4 February 2010

Müziği Değiştiren Mucit: Les Paul

Charles Darwin, “Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar” sözlerini söylediğinde, muhtemelen hem müziği hem de bilimi aynı potada eriten ve bu iki alanda da adeta uçan bir dehayı tanımlayacağını düşünmemişti. Sound Dergisi'nin 12 Ağustos 2009'da kaybettiğimiz Les Paul'a saygı duruşudur...



Lester William Polsfuss adıyla 9 Haziran 1915 yılında Waukesha Wisconsin/Milwaukee'de dünyaya gelen minik bebeğin, müzik dünyasını kökünden değiştirecek, yaptığı buluşların yanı sıra şarkılarıyla da tam bir yıldız haline gelecek üstün bir yetenek olduğunu anne-baba George ve Evelyn Polsfuss'a birileri söyleseydi, ailenin tepkisi muhtemelen inanmaz bir ifadeyle söyleyenin yüzüne bakıp, sessizce oradan uzaklaşmak olurdu. Alman kökenli bir babanın ve Stutz otomobillerinin üreticisi ailenin üyesi anneye sahip Lester, mutlu bir aile yaşantısına sadece 8 yıl sahip olabilmişti. Minik Lester daha 8 yaşındayken anne ve babasının ayrılıklarına şahit olmuş ve annesiyle demiryolunun yanındaki evlerinde yaşamaya devam etmişti. Anne Evelyn, boşandıktan sonra Alman kökenli Polsfuss soyadını Polfuss olarak değiştirmişti. Lester ise kendi isminin kısaca Les olarak anılmasından hoşlanıyordu. Polsfuss, söylenmesi zor bir soyadıydı ve Les, kendine kendine söz vermişti: Eğer bir gün meşhur olursa ona herkes kısaca Les Paul diyecekti. Bir şekilde tanınmalıydı ama nasıl?   
        
Minik Les, ailesinin parçalanmasının üzüntüsünü demiryolunda rayların üzerinde oynayarak ve bir gün şans eseri eline aldığı mızıkasını çalarak atlatmaya çalışıyordu. Kendi sözlerine göre rezonans ile ilk tanışması da o zamanlara denk gelir: “Evde oturur, geceleri camdan dışarı bakarken, belli hızlarda geçen trenlerin camlarımızı diğerlerinden daha çok titrettiğini fark ettim.” diyor Les Paul kendisiyle yapılan son röportajlardan birinde. “Hemen sınıf öğretmenime koştum ve bunun nedenini sordum. Öğretmenim beni bir fen bilimleri öğretmenine götürdü ve o kişi sayesinde rezonansın ne olduğunu öğrendim. Benim için maceranın başlangıç noktası oydu.” Aynı yıllarda akustik gitar çalmayı da kendi kendine öğrenen Les Paul, mızıka ve akustik gitar ikilisini bir arada çalmanın bir yolunu da keşfeder: Çelik boyun askısı. Günümüzde halen Les Paul'un keşfettiği şekilde üretilen mızıka askısını daha 9 yaşındayken keşfeden Les Paul, mızıka-gitar ikilisini aynı anda çalabilmesiyle kısa zamanda yerel bir yetenek olarak tanınmaya başlar. 13 yaşına geldiğinde yarı amatör bir müzisyen olarak gitar, mızıka çalıp, vokal yaparak kasabasında müziğini     dinleyicileriyle paylaşmaya başlar. Les 17 yaşına geldiğinde ise müziğin çekimine daha fazla dayanamaz ve okulunu bırakır, o zamanlar Amerika'da yaygın olan radyo topluluklarında kendine yer bulabilmek için St. Louis Missouri'ye taşınır. Sırtında gitarı, cebinde mızıkasından başka yanına hiçbir şey almaz. Amerika'da yetenek avcıları ta o zamanlarda bile insanları takip ettiğinden olsa gerek, Paul KMOX radyo istasyonu için müzik yapan toplulukta gitarist olarak çalışmaya başlar. KMOX, radyoculuk tarihinde bir çok ilke imza atan bir kurum olarak ilginç bir şekilde Les Paul'un karakterine de uyum sağlar. İstasyon, 1927 yılında Kuzey Kutup Noktası'ndan bile yayınını duyurabilmeyi başaran, dünyanın en uzun mesafeli radyo yayınını yapmayı başaran istasyon olmuştur. İki yıl boyunca Sunny Joe Wolverton orkestrasında KMOX'ta görev alan Paul, Wolverton'ın gözetiminde canlı performansı, eşlik müzisyenliğini ve müzik içinde sorumluluk almayı öğrenir. Sunny Joe, Les Paul'un sahne isminin “Rhubarb Red” olmasına karar verir. 1934 yılında müzisyenlik kariyerinde bir üst lige geçmeye karar veren Paul, bir kez daha gitarını sırtlanır ve yollara düşer. Ama bu defa yalnız değildir. Radyonun gizemli dünyasında Sunny Joe ile yaratıp “Rhubarb Red” adını verdikleri alter egosunu da beraberinde Chicago'ya taşır. Radyoların kapıları burada da kendisine açılacaktır.


İlk kayıt macerası, New York ve “The Log”

1936 yılına kadar herhangi bir albümde çalmamış Les Paul, bu yıl ilk albüm kaydını gerçekleştirir. Bir çok kişinin sandığının aksine tamamıyla akustik gitar albümü olan bu kayıtlar, Paul'un alter egosunun ismini taşır: “Rhubarb Red”. Aynı yıl Georgia White isimli bir blues müzisyeninin albümünde gitarist olarak yer alan sanatçı, artık yavaş yavaş kendi topluluğunu kurmanın vakti geldiğini düşünür. Les Paul'un caz müziğine yöneldiği dönem de tam olarak bu zamanlardır. Les Paul Trio adını verdiği topluluğuna ritm gitar ve vokalde Chet Atkins'in kardeşi Jimmy'yi ve basta Ernie Newton'ı uygun bulur. Bir yıl daha Chicago havası soluyan Les Paul, yol arkadaşlarıyla bu sefer birinci ligde oynamayı planlarlar ve 1937 yılında New York'a taşınırlar. New York, o zamanlarda da dünyanın caz başkentidir ve en iyilerin de en iyileri, caz müziğini New York'ta şekillendirmekle meşguldürler. Ama Les Paul Trio'nun kimseden çekincesi yoktur. Zaten kısa zamanda NBC Radyo'nun orkestra şefi Fred Waring'in topluluğunda yer bulurlar ve 5 yıl boyunca dünyanın en çok dinlenen caz orkestralarından birinde çalmanın gururunu yaşarlar. Paul bu sırada çalmakta olduğu enstrümanından bir türlü tam anlamıyle mutlu olamaz. Ona göre içi boş olan bu caz kasa enstrümanların feedback sorunları ve cılız ton karakterleri tamamen değiştirilebilirdi. Les, gitar dünyasında devrim niteliğinde bir deneme yapmaya karar vermişti. “Üst gövdesi titremeyen bir gitar hayali kuruyordum” diyor sanatçı Gibson firmasının kendisiyle yaptığı bir söyleşide; “Küçükken tren yolu demirlerinden bir gitar gövdesi yapmıştım denemek için. Amacım sadece telin titreşimini yükseltmek ve ağacın rezonansını tamamen ortadan kaldırmaktı.”
Les Paul, Epiphone gitar fabrikasının tesislerini mesai saatleri dışındaki zamanlarında kullanmak için firma sahibi Epi Stathopoulo'dan izin almayı başarır ve denemelerine başlar. Yaklaşık bir yıl süren sayısız farklı konseptin sonunda Les, sanki amacına ulaşmış gibidir: Ortaya çıkan gitar, 120 cm'ye 120 cm'lik bir ağaç panelden, bu panelin üzerindeki bir manyetikten, teller ve köprüden oluşan “The Log” yani Kütük'tür. Paul, görünüşü kurtarmak amacıyla eski bir Epiphone gitarın gövdesinden kestiği iki parçayı, ana gövdenin iki tarafına monte eder. Bu gitar, dünyada yapılmış ilk “solid body” yani içi dolu gövdeye sahip gitarlardan birisidir. Tam hayalindeki tasarıma sahip olan bir gitarı ürettiğine sevinirken 1948 yılında çok ağır bir trafik kazası ve geçirir ve sanatçının sağ kolu işlemez hale gelir. Doktorlara göre kolu tamir edilemeyecek derecede hasar görmüştür. Özellikle de dirsek kısmının kaynadıktan sonra hareket kabiliyetine kavuşmasına imkan yoktur. Ama Les gitarsız bir hayat düşünmediğinden doktorlara dolayı sağ kolunu gitar çalabilecek bir pozisyonda alçıya aldırır ve kemikleri kaynayıp acıları dindikten sonra gitar çalmaya devam edebilir. Tüm bu iyileşme süreci tam 18 ay sürer.



Gibson ve Les Paul işbirliği

Dolu gövdeli gitar fikri, 1930'lu yıllarda sadece Rickenbacker firmasının bir modelinde hayat bulmuş ve henüz seri üretime geçmemiş bir tasarım anlayışıydı. Les Paul oldum olası Gibson gitarlarına sadık bir müzisyen olarak, dolu gövdeye sahip elektro gitar üretme fikrini “The Log” adını verdiği kendi tasarımını hayata geçirdikten sonra Gibson firmasına sunar. Amerikalı üretici piyasada kimsenin üretmediği ve talepte de bulunmadığı bu proje için araştırma-geliştirme maliyetlerini göze almak istemez. Öte yandan Leo Fender, aynı sırada kendi solid body elektrik gitarlarının ilk prototiplerini üretmeye başlamış ve seri üretim için hazırlıklarını tamamlamış durumdadır. 1946 yılında Fender ilk dolu gövdeye sahip gitarını piyasaya sunar. İlerleyen yıllarda Telecaster ve Esquier modellerini satışa sunduğunda bu sefer Gibson firması Les Paul'un kapısını çalar. Üretici, Fender'e rakip olacak bir dolu gövdeli elektro gitar için sanatçı ile fikir alışverişine ihtiyaç duyar. Gibson firması, tasarım aşamasındaki gitarın dış görünüşünün alışıldık Gibson karakterinden uzak olmasını istemez. Başka bir deyişle piyasaya çıktığı anda kapışılan Fender gitarlarından olabildiğince farklı görünmesini ister. Les Paul, ağaç seçimi olarak akçaağaç gövde üzerine maun kaplama yapılmasını önerir. Ama firma buna da karşı çıkar ve söylenenin tam tersini gerçekleştirir. Les Paul'un tercihi olan dörtgen yamuk şeklinde bir köprü ve sarı renkli gövde yapısı birebir hayata geçirilir. Daha sonra piyasaya Gold Top adıyla sunulan Gibson Les Paul, çeşitli kaynaklara göre pahalı görüntüsü yüzünden bu renge sahip olmuştur. Gitarın seçenekler dahilinde olan ikici rengi ise siyahtı ve bu da Les'in seçimiydi. İlerki yıllarda Les Paul ile yapılan söyleşilerden birinde, ikinci renk olarak neden siyahı seçtiği sorusuna, “Tamamen siyah olan bir gitar üzerinde elleriniz çok daha hızlı hareket ediyor gibi görünür. Bir de siyah enstrümanın sanki üzerinizde bir smokin varmışçasına size kattığı bir aurası var” şeklinde cevap verir. Tarihte üretilen ilk Les Paul modeli, daha gitarın ismi bile konmadan, Mary Ford ile henüz evlenmiş ve balayını Pennsylvania dağlarında geçirmekte olan Les Paul'e sunulur. Gibson firmasının o yıllardaki başkanı Ted McCarty, “Les'e zor da olsa ulaşmıştık. Gitarı kutusundan çıkarttı, daha ilk notayı vurduğu anda gözlerinin parladığını görebilirdiniz.” Amerikalı üretici ve sanatçı, isim konusunda da anlaşmaya vardılar ve bir sözleşme imzaladılar. Bu sözleşmeye göre zamanının en büyük gitar kahramanlarından biri olan Les Paul'ün ismi Gibson'ın solid body modeline verilecekti ama sanatçı elinde başka bir gitarla hiçbir şekilde medyada görünmeyecekti. Anlaşma oldukça adildi ve gitarlar o kadar güzeldi ki uyulmaması zordu. Ama 1961 yılında Les, bir gitar dükkanının vitrininde daha sonra adı SG olarak değiştirilecek modeli gördüğü anda kalbinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Kendi fikirleri alınan, üzerinde uğraştığı ve adını verdiği gitar bir anda tamamen değişik bir tasarıma sahip olmuştu ve üretici firma arayıp Les'e bu durumu haber bile vermemişti. Gibson firması, satış rakamı olarak Les Paul modellerinden çok daha iyi durumda olan ve çift oyuklu (double cutaway) Stratocaster modeline rakip olabilmek için tasarımda bir takım farklılıklara gitmişti. Bildiğimiz haliyle Les Paul modeli ise üretimden kalkmıştı. Aynı yıl Les, karısından da boşanıyordu. Hem eşi hem de adını verdiği gitar modeli artık hayatında yer almayacaktı. SG, Les Paul modeline göre daha ince, daha agresif ve daha hafifti. Üstelik üretilen son Les Paul modellerinde de yer alan PAF (Patent Applied For) humbuckerlar'a da sahipti. Les Paul modeli belki o zamana kadar beklendiği kadar popüler değildi. Ama kaderin bir cilvesi, 1960'ların ilk yarısında İngiliz gitaristlerin blues müziğine merak salması neticesinde Eric Clapton'ı bir gün bir 1959 Les Paul ile tanıştırır. Clapton, kocaman maun gövdesi, PAF humbuckerlar'ı ve sustain'li sound'uyla Les Paul modelini o yıllarda hemen her konserinde kullanır. Ingiliz ekolünden Rolling Stones'un gitaristi Keith Richards, Jeff Beck, Peter Green, Jimmy Page ve Mick Taylor da Les Paul modelinin bağımlıları olurlar. O zaman İngiltere'de gitar kahramanlarının hemen hepsinin elinde birer Les Paul vardır. Bu durum, enstrümana asıl popülerliğini kazandıran etken olur ve Gibson firması 1968 yılında gerek sanatçılar, gerekse bu sanatçıların takipçileri tarafından uygulanan baskılara daha fazla dayanamaz. Les Paul yine üretimdedir ve Les'in ismi gitarın kafasındaki logo bölümünde yine yerini almıştır.



Deneyler ve kayıtlar

Les Paul, müzisyen kimliğini zaman içinde farklı bir alana taşıyarak kayıt konusunda deneyler ve fikirler üretmeye başlar. Hatta 1940 yılında Queens'deki evinin bodrumunda yaptığı bir deney sırasında o kadar kötü bir şekilde çarpılır ki, iyileşmesi yaklaşık iki yıl sürer. Yılmayan sanatçı, yaptığı çalışmalar neticesinde daha önce kaydedilmiş müziğin üzerine sonradan çaldığı partisyonları kaydetmeyi başarır ve 1947 yılında Lover (When You’re Near Me) single'ını piyasaya sürer. Üst üste 8 kanal gitar kaydedilmiş bu parça bir anda hit olur. Ama sanatçı hala tam olarak tatmin olmuş değildir. Ilk kayıtlarını manyetik bant yerine asetat disklere (acetate disc) yapan Paul, bu kayıt yönteminde ilk önce bir partiyonu çalıp kaydederdi. Daha sonra ilk kaydettiği bölümü pikaptan çalarken, yeni partisyon ile beraber pikaptan çalan müziği de ikinci bir diske kaydederdi ve böylelikle ikinci diskin üzerinde iki kanal gitara sahip olabilirdi. Bazı partisyonları yarım hızda kaydetmişti ve bu bölümler normal hızla çalındığında metronom iki misli hızlı olarak duyuluyordu. Les Paul, bir röportajında ilk kanal kayıt tecrübesini dinlenebilir hale getirebilmek için 500'den fazla disk harcadığını açıklar. Sanatçı kendi disk kesme makinesini de icat eder. Otomobil parçalarından yaptığı bu cihaz için bir Cadillac'ın debriyaj balatalarından faydalanır. Cadillac parçalarının düz ve kocaman olmasından dolayı tercihini bu markadan yapar. 1949 yılından itibaren artık manyetik bant ile çalışmaya başlayan Les Paul, bu teknoloji sayesinde tape delay'i de keşfeder.

Ilk çıkan Ampex Model 200 bant kaydedicilerden birini almayı başaran Paul, bu sisteme de modifikasyonlar yapmadan rahat edemeyecektir. Normalde silme(erase)/kaydetme(rec)/çalma )playback) olarak sıralanan üç teyp kafasının önüne bir kafa daha monte eder. Kayıt cihazına yerleştirdiği bu ekstra kafa sayesinde normalde sadece kayıt yapabilen cihaz, artık kayıtlı bir müziği çalarken yeni bir banta aynı zamanda kayıt da yapabilir hale gelmiştir. Yani eskiden kaydedilmiş bir müziğin üzerine yeni çalınanları, hem de diğer partisyonları duyarak, kaydetmek artık olasıdır. Bu kayıt tekniği günümüzde hala kullandığımız kanal kayıt mantığının da keşfidir. Bu kayıt tekniğinin bir dezavantajı ise yeni kayıt yapılırken eskilerin siliniyor olmasıdır. Yani örnek vermek gerekirse Les Paul, ritm ve bas partisyonlarını kaydetmiş ve solo kısmını çalmaya başlamışken eğer en küçük bir hata bile yaparsa ritm ve bas bölümlerini bir defa daha kaydetmek zorunda kalıyordu. Ayrıca yeni yapılmış kayıt sadece mono olabiliyordu ve her yeni kayıt, müzikte gürültüye sebep oluyordu. Ama Ampex firması, Les Paul'un dehası karşısında etkilendiğini gizlemez ve bu üstün zekalı adamın yaratıcı fikirlerini desteklemeye karar verir. Fikir alışverişleri devam eder ve ilk önce çift kanal, sonra 3 kanal kayıt yapabilen modeller keşfedilir. Ama Les Paul'un aklında 8 kanalı kayıt cihazı vardır ve bunu yaratmadan içi rahat etmeyecektir. 1953 yılında 8 kanal kayıt cihazı geliştirme projesi başlar ve projenin başarıya ulaşabilmesi için geçen süre tam 3 yıl olacaktır. Tüm bu süre zarfında Les Paul'ün müziği artık demode olmuştur ve 8 kanal kayıt cihazını keşfetmesine rağmen bu teknoloji ile yapmış olduğu bir tek hit parça bile yoktur. Bazı otoriterler ise tarihin bu kısmının biraz çarpıtıldığını iddia ederler. Detaylı araştırmalarımız sırasında, bir çok otoritenin 8 kanal kayıt cihazının üretiminin Ampex ürün geliştirme bölüm başkanı Ross S. Snyder'ın eseri olduğunu ve Les Paul'un bu keşfin üzerine ismini yapıştırdığını iddia ettiklerini gördük. 8 kanal kayıt cihazında bulunan Sel-Sync(Selective Synchronisation) teknolojisi, Ampex stüdyolarında icat edilmiş ama patent hakkı için hiçbir girişimde bulunulmamış. O yüzden bu iddiaların doğruluğunun kanıtlanması da şimdilik mümkün görünmüyor. Öte yandan Ross S. Snyder ve Les Paul'ün bir dönem aynı fikir üzerinde çalıştıklarını, hatta 8 kanal kayıt cihazına Les Paul'un “Octopus” yani Ahtapot adını verdiği de bilinen bir gerçek. Bu noktada neden 8 kanal sorusu akıllara gelebilir. Bu sorunun cevabı fiziksel bir sınırlamada gizli. O yıllarda ses kayıtları için kullanılabilen en geniş bant, 1 inçlik makaralardı. 1 inçlik makara bantlara en fazla sığabilen kanal sayısı ise o yıllarda 8'di. 8 kanal kayıt cihazının gelişimi için teknolojik olarak inanılmaz keşifler ve gelişmeler yapılmıştı. Başarıya ulaşmak için yeni kayıt, çalma ve silme kafalarının geliştirilmesi gerekliydi. Öte yandan düşük seviyeli/yüksek empedanslı devre sisteminin üretilebilmesi de, senkronun kayıt ve çalım sırasında bozulmaması için gereken bir şarttı. Aksi taktirde yeni kayıtları yaparken diğer kanalların çalımı sırasında senkron sorunu ortaya çıkıyordu. Bu da işe yaramaz kayıtlar anlamına geliyordu. Ampex mühendisi Mort Fuji, Sel-Sync adı verilen bu keşfin tam anlamıyla çalıştığını teyit edene kadar tam 3 yıl geçmişti.



92 yaşında sahnede

Hayatının çeşitli kısımlarında ölümle burun buruna gelen ve hatta sakat kalan Les Paul, 1965 yılında geçirdiği bir kalp krizi ile ölüme bir kez daha yaklaşır. Çok seyahat etmekten ve hiç dinlenememekten kaynaklanan bu sağlık sorunu, Les Paul'u gerçekten korkutur ve sanatçı müziği bırakıp dinlenmeye karar verir. Ama doktoru bunu kabul etmez ve Les Paul'a gitarı hiç bir zaman boşlamamasını, müzikten uzak kalmanın onu mutsuz kılacağını söyler; kendine dikkat etmesi koşuluyla müziğine devam edeceğinin sözünü alır. Les Paul o günden beri hayatının son gününe kadar sahne ışıklarından, seyircilerinden ve gitarlarından uzak kalmadı. 92 yaşında bile New York'un caz klüplerinde her pazartesi akşamı sahne almaya devam ediyordu. Waukesha Wisconsin/Milwaukee'de başlayan ve New York'ta sona eren bu müzik yolculuğu, arkasında sayısız buluşlar, dünyanın en meşhur gitarı, koskoca bir kayıt endüstrisi, onlarca beste ve hepsinden önemlisi unutulmayacak bir isim bıraktı. Les Paul, bilim ve sanatı birer kanat olarak özgürlüğü için kullandı ve özgür bir kuş gibi, uçmaktan hiç vazgeçmedi.

1 comment:

  1. çok süper olmuş ellerine sağlık :D

    ReplyDelete